26 Haziran 2020 Cuma

Falkland Adaları Kurdu (Falkland Islands Wolf)



Nesli tükenmiş hayvan olan Falkland Adaları Kurdu görseli
                     Nesli Tükenmiş Hayvanlar: Falkland Adaları Kurdu

Falkland Adaları Kurdu (Falkland Islands Wolf)

Antarktik Kurdu ve Falkland Adaları Tilkisi olarak da bilinen Falkland Adaları Kurdunun nesli, 1800’lü yılların sonlarına doğru tükenmiştir.
İnsanlar tarafından tükeninceye kadar avlanana değin bu kurtlar, dünyadan oldukça izole bir şekilde Arjantin’inFalkland Adalarında yaşamaktalardı. Pek saldırgan olmadıklarından, avlanmaları çok da zor olmamıştı.
Bilim insanları, bu kurtların fok yavrularının yanı sıra, penguen ve yerde yaşayan diğer kuşlar ile beslendiklerine inanıyorlar.

Soy Tükenme Sebebi:

Aşırı avlanma.












25 Haziran 2020 Perşembe

Bilinen en eski kadın portresi.Yaklaşık 26.000 yıllık.Çek Cumhuriyeti'ndeki Paleolitik bölge Dolni Vestonice'de bulundu.


Fotoğraf açıklaması yok.


Bilinen en eski kadın portresi.Yaklaşık 26.000 yıllık.Çek Cumhuriyeti'ndeki Paleolitik bölge Dolni Vestonice'de bulundu.
Mamut dişinden yapılan heykelcik, 4.8 cm uzunluğunda.Moravya Müzesi'nde bulunuyor



23 Haziran 2020 Salı

8.000 Yıllık Heykelcik Avrupa’nın Neolitik Tarihini Geriye Çekebilir




Ana tanrıça olarak tanımlanan heykelcik. C: Georgi Ganetsovski


8.000 Yıllık Heykelcik Avrupa’nın Neolitik Tarihini Geriye Çekebilir
Arkeologlar, Bulgaristan’ın kuzeybatısındaki bir kazıda 8.000 yıllık bir kadın heykelciğinin üst kısmını ortaya çıkardı.

Bir arkeolog ekibi Tuna Nehri yakınındaki Vidin Bölgesinde bulunan tarih öncesi bir yerleşimin civarında önemli bir keşfe imza attı.
Söz konusu heykelcik, bereketi temsil ettiği düşünülen Ana Tanrıça’ olarak tanımlandı. Eser, ilk tarımcılar tarafından yapıldığı düşünülen büyük bir çukur yapıda bulundu.
Bu heykelcik, tarıma geçişle birlikte avcı toplayıcılığa dayanan göçebe yaşamın son bulmasını tanımlanan Neolitik Devrimin Avrupa’daki tarihinin oldukça geriye çekilmesine neden olabilir.
Şimdiye kadar, uzmanlar Neolitik çağın Avrupa’nın bu bölgesinde MÖ 5000-3000 yılları arasına tarihlendiğine inanıyorlardı.
Kazı başkanı Georgi Ganetsovski, “Bu bulgu, tüketim ekonomisinden üretim ekonomisine geçişin ortaya çıkış zamanını önemli ölçüde geri alabileceğimizi gösteriyor, yani 7. binyıla kadar. (MÖ 7.000 ila MÖ 6.001 arası)” diyor.
Mayor Uzunovo’daki Neolitik yerleşimde bulunan çanak çömlek parçaları. C: Georgi Ganetsovski
Tarih öncesi uzmanı olan Ganetsovski, bu bulguyu özellikle olağanüstü bir şey olarak nitelendiriyor. “Stilize edilmiş gözler ve burun, ilk olarak bunun bir süsleme olduğunu düşündürse de, başını örten bir örtü kenarlar boyunca süslemelerle ortaya çıktı.”
Arkeolog ekibi, bu eserleri yapanları şöyle tanımlıyor; “Şu anda tekrar kurmaya çalıştığımız unutulmuş teknikleri kullanan gizemli bir medeniyet.”
Ganetsovski, “Benim için eşsiz bir keşif, umarım Ana Tanrıça heykelciğinin alt kısmını da bulabiliriz.” diyor.
Figürinin bulunduğu Mayor Uzunovo köyündeki tarihi bölge sadece beş yıl önce bir kez incelenmişti ve bu inceleme hazine avcılarının sahadaki değerli eserlere akın etmesine engel olmak içindi.
Arkeologlar, girişimi başlatmak için hükümet finansmanı sağlanmasının ardından Ekim ayının başında nihayet alanı düzgün bir şekilde araştırabildiler.

EuroNews. 12 Kasım 2018.


22 Haziran 2020 Pazartesi

Osmanlı Sefere Çıktığında Ordu Neyle Besleniyordu?



Görüntünün olası içeriği: 5 kişi


Fotoğraf açıklaması yok.

Osmanlı Sefere Çıktığında Ordu Neyle Besleniyordu?

Binlerce kişilik Osmanlı ordusu seferlerde nasıl besleniyordu? Hem de 100.000, 150.000, 200.000 kişilik ordular mevzubahis ise?
Öncelikle Osmanlı, ordusunu en iyi besleyen devletlerden biriydi. Cihangir padişahlar devri kapandığında bile ordunun lojistiği çok iyi durumdaydı.
Osmanlılar, her türlü şarta hazır olmak için gerekli olandan çok daha fazla gıdayı hazır bulundururdu. Fakat yanında hepsini götürmezdi. Yani her şeyi istanbul’dan taşımaya başlamazdı. Güzergah üzerindeki belli ambarlarda yiyecekler depolanırdı. Ayrıca geniş bir orducu esnafı vardı. Bunlar sefer boyunca orduyla hareket eder, gerekli ürünleri orduya satardı.
Osmanlı seferde iken konakladıkları kazalarda, şehir merkezlerinde de gıda satın alıyor. Nasıl derseniz, orada önceden ayarlanmış mübayaalar (satın alma) ile. Yani Osmanlının geleceğini duyan şehir halkı pazarlarını önceden kuruyor ve hem osmanlı faydalanıyor hem de oranın halkı.
Aynı zamanda bizim cevval akıncılarımız konakladıkları yerlerde ava çıkar, sülün, keklik, balık, geyik gibi avlar ile de gıda ihtiyacını karşılardı.
Konaklama yeri olarak, sulak ve otlak yerler tercih edilirdi. Bir su kenarı bulunamamışsa, kuyular açılarak su ihtiyacı giderilirdi. Ordunun su gereksinimini sakalar karşılardı. Sakabaşı yönetimindeki sakalar, deri kırbalarla atlar üzerinde su taşırlardı. Ordu için kurulan on binlerce çadır büyük bir şehir görüntüsü arz ederdi. Hangi çadırın hangisinin yanında yer alacağı, belli kurallara bağlanmıştı.

On binlerce kişinin tuvalet ihtiyacının karşılanması da önemli konulardandı. Bu konuda meydana gelecek bir aksama, ordu içerisinde çeşitli bulaşıcı hastalıkların yayılmasına neden olabilirdi çünkü. Bir diğer ihtiyaç da yol boyunca yıkanma meselesi idi. Bu iki ihtiyaç için hamam ve hela çadırları vardı.

Ayrıca, ibadet için mescit çadırı, hasta ve yaralılar için hastane çadırı, yiyecekler için mutfak çadırları ve devlet arşivi için defterhane çadırları kurulurdu. Mescit çadırlarında hem namaz kılınır, hem de dini görevliler tarafından vaaz verilirdi. Padişah ve devlet ileri gelenlerinin çadırları ise birer saray gibi büyük ve muhteşem olurdu.
Peki bu askerlerin temel besinleri nelerdi?
Öncelikle peksimet, ekmek, kurutulmuş et, çorba, haşlanmış et ve bazen de pilavdı.
Peki bu koca orduda herkes aynı şeyi mi yiyordu? Tabii ki hiyerarşi burada da devreye giriyordu.
Eyaletlerden gelen tımarlı sipahiler sığır eti yerken, daha itibarlı kapıkulu askerleri daha lezzetli ve daha pahalı olan koyun etine layıktı. Yönetici elite dahil olanlar da hoşaf, kümes hayvanları, sebze ve börek bile yiyorlardı.
Peki devletlümüz ne yer, ne içerlerdi?
Aslında padişah, saray mutfağını da yanında taşırdı. Çünkü padişahın ve vezirlerin mutfağı için seferde her biri kendi alanında uzman yahnici, çorbacı, tatlıcı, kebapçı aşçılar da vardı.
Ekmek çabuk küflendiği için seferden aylar önce güzergâhtaki çeşitli noktalara fırınlar yapılırdı. Un ve odun da bu fırınların yanında saklanırdı.
Peksimet çok uzun süre bayatlamadığı için savaş ve kıtlık zamanının yiyeceği diyebiliriz. Osmanlı ordusu için o kadar önemli ki bu peksimet, tamamen bu yiyeceği üreten ana tedarik noktaları var. 1768′de Osmanlı ordusu ana tedarik merkezlerinden birisi olan isakçı’dan 22,4 ton peksimet talep ediyor mesela.
Bu arada askerin moralini arttırmak için de sık sık kurban kesiliyor.
4.Murat’ın Bağdat seferi, gitmesi ve dönmesiyle 21 ay sürüyor ve ordunun daimi askerleri bu sürede tam olarak 217.279 koyun ve 14 bin ton tahıl tüketiyor.
1683 viyana seferinde ise ordunun günlük et tüketimi 16 ton. Ekmek tüketimi ise 60 bin somun.
Bir de bu et ihtiyacını karşılamak için bir o kadar hayvan ordunun önünden yürüyor, belirli noktalarda da kasaplar ve çobanlar hayvanları kesip ordunun o günlük ihtiyacını karşılıyorlardı. Bu hayvanların beslenmesi için de yulaf, arpa ve mısır gerekiyordu. Bağdat seferi sırasında hayvanlara ayrılan arpa 40 bin tondu. 90 bin asker ve 40 bin at için yaklaşık 11 bin araba yükü yiyecek ve yem gerekiyordu.
19-22 yaşlarında sağlıklı erkeklerin günlük kalori ihtiyacı normal şartlar altında 2900 kalori. bedensel faaliyetlerinden yüksel olduğu savaş gibi durumlarda ise 4000 kalori alması gereken Osmanlı askerleri, devrinde bu ihtiyacı en iyi şekilde karşılanan şanslı ordulardandı. Hatta yeniçeriler sefer öncesi ek ödenek alır ve savaşa en iyi şekilde hazırlanmaları sağlanırdı.
Savaşlarda beslenmenin önemini bir örneklersek: 1711 Prut seferi. Osmanlı askerleri çar büyük Petro’nun ordularını öyle bir kuşatmıştı ki hücuma gerek kalmadan su ve yemek yokluğundan çar büyük Petro’nun askerlerinin teslim olmaları kaçınılmaz hale gelmişti. Ve daha savaş başlamadan açlık ve hastalık sebebiyle 5 bin kayıp vermişlerdi.
Osmanlı, savaşı sadece meydanlarda görmemiş, bütün ayrıntıları önceden ince ince düşünmüştü. Fakat sonra ne oldu ?
Sorunlar ve suistimaller hep vardı lakin sistem bir şekilde işliyordu. Fakat bu sistem 18. yüzyıl ortalarında tamamen çöktü. Tahıl tedariklerini istifleyip fiyatların artmasını beklemek, devlete bozuk mal satmak gibi davranışlar baş göstermişti. Cepheye samanla karışık arpa, kumla karışık buğday taşınıyordu. Ve diğer tüm sorunlar gibi bu sorun da etkisini her alanda gösterdi…

21 Haziran 2020 Pazar

1540-cı il, rəssam Müzəffər Əli, Təbriz. Qorunduğu yer: Britaniya Muzeyi, London, İngiltərə.


Fotoğraf açıklaması yok.

1540-cı il, rəssam Müzəffər Əli, Təbriz.
Qorunduğu yer: Britaniya Muzeyi, London, İngiltərə.

1530-35 ci illər, Təbriz, rəssam Müzəffər Əli. Firdovsinin "Şahnamə"sindən bir səhifə.

Fotoğraf açıklaması yok.


1530-35 ci illər, Təbriz, rəssam Müzəffər Əli.
Firdovsinin "Şahnamə"sindən bir səhifə.
Qorunduğu yer: Ağa Xan Muzeyi, Toronto, Kanada.

BEHRÂM-I GÛR VE AZADE'Yİ GÖSTEREN AV SAHNESİ

Fotoğraf açıklaması yok.



BEHRÂM-I GÛR VE AZADE'Yİ GÖSTEREN AV SAHNESİ

Şehname; İran ve Dünya edebiyatının en önemli eserlerinden biridir. Baş kahramanı da MS. 400 ile MS. 438 yılları arasında yaşamış olan Sasani hükümdarı Behrâm-ı Gûr veya esas adıyla V. Behrâm'dır.
Bu kase de; V. Behrâm bir devenin üzerinde ok atarken metnin diğer karakteri Azade; ona müzik yapmaktadır. Burada iki sahne betimlenmiştir.
Azade; V. Behram'ı müzik yaparak av için cesaretlendirip neşelendirmektedir. İlk ok atılmış ve bir ceylana isabet etmiştir. Ceylan yaralanmıştır. İkinci ok daha V. Behram'ın elinden çıkmamıştır.
Daha sonra Azade; ceylanın vurulmasına karşı çıkar ve devenin önüne kendini atar. V. Behram; deveyi Azade'nin üzerine sürer. Azade'yi devenin ayakları altına alır.
Eser; bu eski hikayeyi konu alan Selçuklu eseridir. 12. ve 13. yüzyıllara tarihlenmektedir. İran, Kaşan eseridir. Firit hamurundan minai teknikle yapılmıştır.
Eser Metropolitan Sanat Müzesi, Abd'de sergilenmektedir.

20 Haziran 2020 Cumartesi

İntalo yüzüğü, Artemis 'in resmi, bu büyük yüzükler Ptolemik Mısır' da yaygındı. Altın ve serdolik, M.M.M. Getty Müzesi ' nden önce 225-175 civarı.



Fotoğraf açıklaması yok.

İntalo yüzüğü, Artemis 'in resmi, bu büyük yüzükler Ptolemik Mısır' da yaygındı.
Altın ve serdolik, M.M.M. Getty Müzesi ' nden önce 225-175 civarı
.

Roma'daki adı Diana, Zeus ile Leto'nun kızı. Phoebe olarak da bilinir. Apollon'un ikiz kız kardeşi, vahşi doğa, avcılık,okçuluk ve ay tanrıçası. Ares'in dostu ve en büyük Yunan tanrıçalarından biridir

14 Haziran 2020 Pazar

Afrika dışındaki yay ve okların kullanımına dair en eski kanıt Sri Lanka ' da keşfedildi. Eserler yaklaşık 48,000 yıl öncesine dayanıyor.



Fa-Hien Lena mağarasında bulunan küçük bir ok ucunun görüntüsü.  Resim Kredisi: MC Langley.

Eski İnsanlar 48.000 Yıl Önce Asya'da Yay ve Oklarla Avlandı

Sri Lanka'da Afrika dışında yay ve ok kullanıldığına dair en eski kanıt keşfedildi. Eserler yaklaşık 48.000 yıl öncesine dayanıyor.




Afrika dışındaki yay ve okların kullanımına dair en eski kanıt Sri Lanka ' da keşfedildi. Eserler yaklaşık 48,000 yıl öncesine dayanıyor.


Bilim adamları, Güney Asya'daki Sri Lanka yağmur ormanlarında Afrika dışında keşfedilen en eski ok uçlarının keşfedildiğini doğruladılar ve eski insanların 48.000 yıl önce bölgede ok ve yayla avlandığını doğruladılar .
Ok uçları, Sri Lanka'nın yağmur ormanlarının derinliklerinde bir dizi arkeolojik kazıdan sonra, bölgedeki eski insanlar tarafından kullanılan silahları ortaya çıkardıktan sonra, Afrika dışındaki ok ve kemik avcılığının ilk kanıtlarını doğruladı.
Sri Lanka'nın yağmur ormanlarının kalbindeki Fa-Hien Lena mağarasında, kemikten yapılmış ok uçlarının yanı sıra taş, kemik ve dişlerden yapılmış çok sayıda başka alet keşfedildi .
Radyokarbon tarihleme, ok uçlarının yapıldığı kemiğin yaklaşık 48.000 yıl öncesine ait olduğunu ortaya koymuştur.
Kemik ok uçları arasında arkeologlar, bölgedeki insanların 48.000 yıl önce nasıl yaşadıklarına ışık tutan başka araçlar da keşfettiler.
Uzmanlar, avladıkları küçük hayvanların kemikleri ve dişlerinden, maymunlar veya geyik gibi hazırlanmış, iyi korunmuş bıçak ve bızları keşfettiler.
Uzmanlar tarafından ortaya çıkarılan en sıra dışı eşyalardan biri, her iki tarafa dikkatlice aralıklı çentikler yerleştirilmiş bir eserdi. Ağları veya dokuma lifleri hazırlamak için bir tür mekik gibi görünüyor.
Bu cihaz , bölgenin eski sakinlerinin balıkları nehirlerden çıkarmasını veya aksi takdirde çok zor olacak diğer duaları avlamasını sağlayan ağlar yapmasına izin verecekti.
Mağaradan kurtarılan eserler uzmanlarının bolluğunu gösteren bir resim.  Resim Kredisi: MC Langley.
Mağaradan kurtarılan eserler uzmanlarının bolluğunu gösteren bir resim. Resim Kredisi: MC Langley.
Ancak ok uçlarının keşfi büyük önem taşımaktadır.
Her şeyden önce, yay ve ok devriminin icadı sadece avlanmakla kalmaz, aynı zamanda savaşların nasıl yürütüldüğünü de gösterir.
Yaklaşık 48.000 yıl önce yaşayan eski bir toplum için, yay ve ok kullanımı çok daha büyük avların ve daha uzak mesafelerin avlanmasına izin verdi.
Yay ve okun icadı ve kullanımı, avcıların yaşamında devrim yarattı ve insanların daha fazla yiyecek toplamasına izin verdi, bu da toplumun gelişmesine yardımcı oldu.
Ancak sadece ok ve yay icadı çok daha başarılı bir avı mümkün kılmakla kalmadı, aynı zamanda avcıların çok daha tehlikeli avların peşinden gitmelerine izin verdi, çünkü artık onlara geri saldırabilecek bir hayvana rahatlık için çok yakın olmak zorunda kalmadılar .
Ancak, yay ve ok tam olarak zaman çizelgesinde ne zaman ortaya çıktı? Nasıl icat edildi, buluş nerede yapıldı ve neden yay ve ok?
Yay ve ok, erken insanlar tarihinin en devrimci keşiflerinden biri olsa da, kesin kökenleri gizemle kaplıdır.
Sri Lanka'da kemik ok uçlarının keşfinin bu kadar önemli olmasının nedeni budur .
Afrika'da, bugüne kadar keşfedilen en eski ok ve yay, arkeologların yaklaşık 64.000 yıl öncesine kadar uzanan küçük taş noktaları ortaya çıkardıkları Güney Afrika'daki Sibudu mağarasına kadar
Afrika dışındaki yay ve okların hikayesi çok daha belirsizdir.
Örneğin Avrupa'yı ele alalım. Daha önce keşfedilen en eski parçalar Almanya'dan ele geçirilmiş ve yaklaşık 18.000 yıl öncesine dayanmaktadır.
Burada, Sri Lanka'daki Fa-Hien Lena mağarasından çıkarılan daha küçük memelilerden kemik ve dişlerden yapılmış çeşitli aletler var.  Resim Kredisi: MC Langley.
Burada, Sri Lanka'daki Fa-Hien Lena mağarasından kurtarılan daha küçük memelilerden kemik ve dişlerden yapılmış çeşitli aletler var. İmaj Kredisi:
Yay ve okların çoğu binlerce yıldır gerçekten hayatta olmayan ahşaptan yapıldığı için, arkeologların yay ve okların arkasındaki içeriği ve kökenlerini tam olarak anlamak için çok az materyali var. Bu yüzden Sri Lanka'da ortaya çıkan ok uçları çok önemlidir.
Birincisi, bize teknolojinin bölgede daha önce hayal ettiğimizden çok daha uzun bir süre civarında olduğunu söylüyorlar ve ayrıca kemikten yapılmış ok uçlarının küçük bir şafta sabitlendiğini ve daha sonra yüksek hız.





13 Haziran 2020 Cumartesi

ALMANYA'DA 300.000 YILLIK EKSİKSİZ FİL İSKELET BULUNDU






Arkeolog Martin Kursch, filin bir ayağını ortaya çıkarıyor. C: Jordi Serangeli

Filler 300.000 yıl önce Aşağı Saksonya’daki Schöningen üzerinden geçmiş. Geçtiğimiz yıllarda, eski açık hava linyit madeninin çevresinde yer alan Paleolitik alanlarda en az 10 tane fil kalıntısı bulundu. Şimdi ise arkeologlar, Avrasya düz dişli file (Palaeoloxodon antiquus) ait adeta bütün halde bir iskeleti ortaya çıkarmayı başardılar.
Hayvan, o zamanki göl kıyısının batısında ölmüştü. O sırada tam olarak ne olduğu ve bölgeyi çevreleyen yaşam alanının nasıl olduğu, şimdi ekip tarafından dikkatlice yeniden inşa ediliyor.
Aşağı Saksonya Bilim Bakanı, “Eski Schöningen açık hava madeni iklim değişimini gösteren ilk arşiv sayılır. Bu durum gelecekte daha da netleştirilmeli. Burası insanlığın doğanın rehberi olmaktan, bir kültür tasarımcısı haline nasıl ulaştığını izleyebileceğimiz bir yer.” diyor.
Fil iskeleti 300.000 yıllık göl kıyısında suya doygun hale gelmiş tortu tabakasında yatıyordu. Schöningen’deki kazının yöneticisi olan Jordi Serangeli’nin açıklamasına göre iskelet, buradaki buluntuların çoğu gibi olağanüstü korunmuş durumdaydı.
Orman filinin ön gövdesinin parçası. C: Jens Lehmann
Serangeli, “Hem 2.3 metre uzunluğundaki dişleri, bütün haldeki alt çeneyi, çok sayıda omurları ve kaburgaları, hem de üç bacağa ait büyük kemikleri ve hatta beş hassas hyoid (dil) kemiğini bulduk.” diyor.
Arkeozoolog Ivo Verheijen’in açıklamasına göre fil, yıpranmış dişleri olan yetişkin bir dişiydi. Hayvanın omuz yüksekliği yaklaşık 3.2 metreydi ve yaklaşık 6.8 ton ağırlığındaydı. Dolayısı ile günümüz Afrika fillerinden daha büyüktü.
Filin insan avı sonucunda değil, yaşlılıktan öldüğü sanılıyor. Filler hastalandığında veya yaşlandığında genellikle suya yakın ya da suyun içinde kalır.
Verheijen, “Çıkarılmış kemiklerde çok sayıda ısırık izinin olması, etoburların bu leşi ziyaret ettiğini gösteriyor.” diyor.
Bununla birlikte o dönemin homininleri de filden yararlanmış olmalıydı. Ekip, fil kemikleri arasında 30 tane küçük çakmaktaşı ve alet olarak kullanılmış iki tane uzun kemik buldu.
Düz dişli file ait 500’den fazla fotoğraftan oluşturulan 3 boyutlu görüntü. C: Ivo Verheijen
Barbara Rodriguez Alverez, bu iki kemiğe gömülü mikro yonga bulabildi ve bu da taş eserlerin yeniden keskinleştirilmesinin fil kalıntılarının yakınında gerçekleştiğini kanıtladı.
Serangeli, “Taş devri avcıları muhtemelen ölü hayvanın bedeninden eti, tendonları ve yağı kesip ayırmıştı.” diyor.
Ölen filler Homo heidelbergensis için çeşitli ve nispeten yaygın bir yiyecek kaynağı ve imkan yaratmış olabilir. Serangeli mevcut bilgilere göre, “Paleolitik homininlerin avcı olmalarına rağmen yetişkin filleri avlayarak kendilerini tehlikeye atmalarının zorlayıcı bir nedeni yoktu.” diyor. Düz uzun dişli filler çevrelerinin bir parçasıydı ve homininler onların çoğunlukla göl kenarında öldüğünü biliyordu.
Daha önce dünyadaki birçok arkeolojik alanda fil kemikleri ve taş eserler ortaya çıktı. Bu arkeolojik alanların bazılarında ortaya çıkarılanlar, Erken ve Orta Paleolitik dönemlerdeki fil avı örnekleri olarak yorumlandı.
Araştırmacılar, “Schöningen’den çıkan yeni bulgularla son derece tehlikeli olan fil avcılığının gerçekleşmiş olabileceğini gözardı etmiyoruz; fakat kanıtlar bizi şüpheye düşürüyor. Charles Darwin’den alıntı yapmak gerekirse: ‘En güçlü olan değil, en iyi adapte olan kişi hayatta kalır’. Buna göre insanların evrimsel başarılarında avlarının büyüklüğü değil uyum sağlayabilme yetenekleri önemli bir faktördü.” diyor.
Schöningen gölü çevresinde çok sayıda filin olduğu, geride bırakılan ve kazı alanından yaklaşık 100 mt uzakta belgelenen ayak izleriyle de kanıtlandı. Roma Sapienza Üniversitesi’nden izleri analiz eden Flavio Altamura, bunun Almanya’da türünün ilk örneği olduğunu söylüyor. Yetişkin ve genç hayvanlardan oluşan sürü gölü geçmeliydi. Bu ağır hayvanlar göl kıyısına paralel olarak yürüyordu ve ayakları çamura battı; böylece arkalarında çapı yaklaşık en fazla 60 cm olan izler bıraktılar.
Schöningen arkeolojik alanları, 300.000 yıl önce Reindorf buzularası dönemdeki bitkiler, hayvanlar ve insan varlığı hakkında çok fazla bilgi sağlıyor. O zamanın iklimiyle günümüz iklimi karşılaştırılabilir; fakat o dönemde çevre vahşi yaşamda çok daha zengindi. Söz konusu zaman diliminde Schöningen’deki göl etrafında sadece filler değil aslanlar, ayılar, kılıç dişli aslanlar, gergedanlar, yabani atlar, geyikler ve büyük boynuzlular da dahil olmak üzere yaklaşık 20 büyük memeli türü yaşadı. Serangeli, “O zamanki vahşi yaşamın zenginliği modern Afrika’nınkine benziyordu.” diyor.
Schöningen’deki keşifler, Avrupa’daki bir yaban öküzü, su aygırı ve 3 tane kılıç dişli kedinin en eski fosil bulgularından bazılarını da içeriyor.
Schöningen’deki arkeologlar, 10 adet tahta mızrak, en az 1 tane fırlatma çubuğu gibi dünyanın en eski ve en iyi korunmuş av silahlarından bazılarını da buldular. Taş eserler ve kemik aletler, o zamanın teknolojik görünümünü tamamlıyor.
Schöningen Araştırma Projesi yöneticisi olan Nicholas Conard, “Schöningen göl kıyısı tortusu eşsiz bir koruma sağlıyor ve çoğunlukla Homo heidelbergensis kültürü hakkında ayrıntılı ve önemli bilgiler veriyor.” diyor.

Universitaet Tübingen. 19 Mayıs 2020. 


Almanya’da Homo heidelbergensis türüne ait kalıntıların olduğu bölgede 300.000 yıllık eksiksiz bir fil iskeleti ortaya çıkarıldı.







12 Haziran 2020 Cuma

SEKBAN: Sözlük anlamı av köpeklerine bakan kimse




SEKBAN: Sözlük anlamı av köpeklerine bakan kimse. Metinde de bu anlama geliyor. Bunun dışında bir anlamı daha var, yeniçeri ocağında hafif asker. Tilbiidir ki bu anlamda kullanıldığı söylenemez. Çünkü sekbanlar 1451 yılına kadar padişahın av maiyeti olarak teşkilatlanmıştı. Fatih Karamanoğlu İbrahim Bey'-
le
yaptığı savaştan dönünce yeniçerilerin kendisinden  bahşiş istemesine kızarak, kendisine daha yakın olan beş-altı bin sekbanı yeniçeri ocağına sokuyor, yalnız beş yüzünü av hizmeti için ahkoyuyor. Sonra da yeniçeri ağaları Sekbanbaşılardan seçiliyor. Yavuz bu usulü terkediyor, bütün sekbanları bir yeniçeri ortasında topluyor. Sekbanlar barışta padişahla birlikte yine ava
gidiyorlar,.
savaşta ise yeniçeriler gibi dövüşüyorlardı.


Keykavus - İlyasoğlu Mercimek Ahmet - Kabusname 2




 

YAPILAN ARAŞTIRMAYA GÖRE; İNSANLARI PRİMATLARDAN AYIRAN ÖZELLİK YAPTIKLARI ALETLERİ MİMYATÜRLEŞTİRMESİ : KÜÇÜK ALETLER BİZİ NASIL İNSAN YAPTI ?




 İkonik damla şeklindeki el baltası, küçük yongalar için bir araç setinin aksine, üretmek için büyük bir araç setine (solda) ihtiyaç duyuyordu. C: Emory University



 Küçük Aletler Bizi Nasıl İnsan Yaptı?


Yapılan araştırmaya göre, bizleri diğer primatlardan ayıran şey alet yapımı değil, aletlerin minyatürleştirilmesi.



İkonik damla şeklindeki el baltası, küçük yongalar için bir araç setinin aksine, üretmek için büyük bir araç setine (solda) ihtiyaç duyuyordu. C: Emory University

Antropologlar çok uzun bir süredir alet yapımının insan atalarımızı diğer primatlardan ayıran temel davranışlardan biri olduğunu söylüyordu. Ancak, yeni yayımlanan bir araştırmaya göre bizleri ayıran alet yapımı değil, aletlerin minyatürleştirilmesi.
Ufacık transistörlerin telekomünikasyonda koca bir devrim yaratması, günümüz bilim insanlarınınsa bunları daha da küçültmeye çalışması gibi, Taş Devri atalarımız da küçük aletler yapma güdüsü duymuştu. Emory Üniversitesi’nden antropolog ve araştırma başyazarı Justin Pargeter bunun “kalıtsal olarak karşımıza çıkan ve bizi yönlendiren bir ihtiyaç” olduğunu söylüyor. Bu ihtiyaç bizi minyatürleştirmeye itiyor.
Tarihöncesinde aletlerin minyatürleştirilmesine dair ilk kapsamlı inceleme niteliğindeki bu araştırma Evrimsel Antropoloji dergisinde yayımlandı. Araştırmada minyatürleştirmenin en az 2.6 milyon yıl geriye dayanan hominin teknolojilerinde merkezi bir eğilim olduğu öne sürülüyor.
Stony Brook Üniversitesi’nden Profesör antropolog ve araştırma eş yazarı John Shea “Diğer maymunlar, taş alet kullanırken, bunları büyük tutmayı seçmiş ve evrimleştikleri ormanlarda kalmıştı. Homininlerse aletlerini küçük tutmayı tercih etmiş, çevreye yayılmış ve elverişsiz habitatları değişen ihtiyaçlarımıza uygun hale getirmişti” diyor.
Araştırma uzunluğu 3 santimetreden az taş parçalarının tüm kıtalardaki arkeolojik kayıtlarda nasıl karşımıza çıktığını ele alıyor. Pergeter bu küçük taş parçalarının günümüzün kullan at bıçaklarına veya kağıt ataçlarına benzediğini, diğer bir deyişle yaygın, yapımı ve değiştirilmesi kolay olduğunu söylüyor.
Pargeter araştırmada hominin evrimindeki minyatürleştirme için üç dönüm noktası olduğundan bahsediyor. Minyatürleştirmedeki ilk yükseliş, yaklaşık 2 milyon yıl önce, atalarımızın kesme, dilimleme, delme gibi işler için tırnak ve dişleri yerine taş aletler kullanmaya duyduğu artan bağımlılıkla başlamıştı. İkinci yükseliş, hafif ağırlıkta taş eklemeler gerektiren ok ve yay gibi yüksek hızlı silahların gelişimiyle, 100.000 yıl önce gerçekleşmişti. Üçüncü yükseliş ise yaklaşık 17.000 yıl önce meydana geldi. Bazı insanları hızla değişen iklime, yükselen deniz seviyelerine ve artan nüfus yoğunluğuna adapte olmaya zorlayan son Buzul Çağı ise minyatürleştirme sürecinin sonuydu. Söz konusu değişiklikler alet yapmak için gerekli kayaç ve mineraller de dâhil sahip olunan kaynakların muhafaza edilmesi ihtiyacını artırmıştı.
Kendisi de bir Güney Afrika yerlisi olan Pargeter, ülkenin Hint Okyanusu’na bakan engebeli ve ücra kıyaları ve iç kısımlara doğru uzanan dağları boyunca gerçekleştirilen saha çalışmalarına da katıldı. Pargeter’in de bir üyesi olduğu Emory Üniversitesi Zihin, Beyin ve Kültür Merkezi, ve Antropoloji Bölümü’ne ait Paleolitik Teknoloji Laboratuvarı’ndan araştırmacılar atalarımızın bu becerileri nasıl edindiklerini ve bu sürecin evrimimizi nasıl şekillendirdiğini daha iyi kavrayabilmek için taş aletler yapmayı denedi.
Laboratuvar yöneticisi Dietrich Stout, çalışmayı 500.000’ü aşkın yıl geriye tarihlenen el baltaları üzerine yoğunlaştırdı. Diğerlerine kıyasla daha büyük boyuttaki bu aletler, yapımı için gereken karmaşıklık sebebiyle insanların biyolojik ve bilişsel evriminde bir dönüm noktası olarak kabul ediliyor. 
Pargeter’in küçük aletler üzerine çalışması insan evriminin incelenmesine bir başka boyut daha ekliyor. Stout, Pargeter’in  “Böylesi küçük aletler üretme dürtüsüne neyin yol açmış olabileceğini, özellikle de aletlerle insan vücudu, beyni ve aletlerin muhtemel kullanımları arasındaki ilişkiyi” incelediğini söylüyor.
Patgeter doktora tezi için konu ararken öncelikle Taş Devri alet çantasına özgü olduğu düşünülen, daha büyük boyutlu aletler üzerine yoğunlaşmış. Çalışma kapsamında, Güney Afrika’da yer alan Boomplaas adlı alandan alınmış, şu anda Cape Town’daki Iziko Müzesi’nin deposunda muhafaza edilen eserleri detaylıca incelemiş. Üzerine “çöp” yazılmış, içi büyük boyutlu aletler yaparken oluşan artıklar olduğu düşünülen küçük parçalarla dolu bir torbayı karıştırırken gözüne bir şey takılan Pargeter bunun “baskı ile yongalama”  denilen oldukça teknik bir yöntem kullanılarak yapılmış gibi gözüken bir kuvars kristali olduğunu bildiriyor.
Pargeter kristalin, neredeyse bir kuru üzüm boyutunda, madeni paradan daha hafif olduğunu belirterek “Üfleseniz uçacak kadar küçücük” bir şey olduğunu söylüyor.
Büyüteçle incelemesinin ardından, kristal üzerinde, daha önceki araştırmaların avlanma sırasında oluşan bir hasarla ilişkilendirdiği belirgin, merdiven basamağı şeklinde bir kırık fark eden Pargeter, “Birdenbire arkeologların taş alet kaydımızın önemli bir parçasını es geçmiş olabileceği aklıma geldi. ‘Büyük’ keşifler yapmak isterken, küçük ama önemli detayları gözden kaçırmış olabilirdik. Tüm teknoloji, üzerine çöp yazılan o torbanın içinde, yongalama yöntemlerimizde yatıyor olabilirdi” diyor. 
Peki, parmağınızın ucundan üfleseniz uçacak kadar küçük ve hafif bir alet nasıl kullanılmış olabilirdi?
Pargeter, bu soruyu, kristalin yaşını (yaklaşık 17.000 yıl) ve o dönemde bulunduğu çevreyi göz önünde alarak cevaplamaya çalışmış. Söz konusu dönemde son Buzul Çağı son ermekteydi, kutuplardaki buzulları erimesi deniz seviyelerinin küresel çapta yükselmesine sebep olmuştu. Güney Afrika’nın bazı kısımlarında, yükselen okyanuslar İrlanda büyüklüğünde bir alanı yutmuştu. Kıyılardaki bataklık ve otlaklar dolayısıyla av hayvanları ve sucul yaşam yok oldukça, oralarda yaşan avcı-toplayıcılar da günümüzde kıyıdan yaklaşık 80 kilometre içeride yer alan Boomplaas gibi iç alanlara yönelmek durumunda kalmıştı. Boomplaas çevresindeki dağlar avcı-toplayıcılara yıl boyu çağlayan pınarlar ve güvenilir diğer tatlı su kaynakları sağlamıştı.   
Ancak iklim, sıcaklık ve yağış miktarlarında yaşanan geçişlerle değişken durumdaydı. Bitki örtüsü de buna bağlı olarak ciddi ölçüde değişiyordu, sıcaklık yükseliyor, büyük memelilerin sayısı giderek azalıyordu. Boomplaas’ta yapılan arkeolojik çalışmalar, insanların bu dönemde yaban tavşanı ve kaplumbağa gibi küçük av hayvanlarıyla beslendiğini gösteriyor. Yakalanmaları kolay olsa da bu hayvanların avcı-toplayıcılara sağladığı besin miktarı sınırlıydı.
Bu düşük getirili besin kaynaklarının tırmanan gerilimin göstergesi olduğunu belirten Pargeter, “Boomplaas, kaynaklar hızla tükenip iklim değişikliği artmışken kendilerine marjinal çevrelerde hayatta kalma çabasıyla kıyılardan uzaklaşıp iç kısımlara yönelen avcı-toplayıcı gruplar için bir tür sığınma kampı görevi üstlenmiş olabilir” diyor.
3 santimetreden biraz daha az uzunluktaki ok uçları, bölgenin arkeolojik literatüründe hâlihazırda mevcut ancak Boomplaas’taki kuvars kristali bu uçların yarı büyüklüğünde. Pargeter’in öne sürdüğüne göre, bu kristalin hedef alınan av hayvanı alt edebilmesi için, böceklerden veya bitkilerden el edilmiş bir zehre bulanması ayrıca ok ve yay gibi yüksek hızlı bir iletim sisteminin bir parçası olması gerekiyordu.
Pargeter, tarihöncesi alet yapımı ve arkeoloji alanlarındaki derin bilgisini kullanarak, bu küçük kristal parçasının, bitkisel bir reçine kullanılarak, kamış gibi, yine bitkisel bir maddeden yapılmış olması muhtemel bir bağlantı aksının üzerine yerleştirilmiş olabileceğini iddia ediyor.
“Bağlantı aksı hedef alınan hayvanın içine saplanıyordu, dolayısıyla küçük bir kesici feda ediliyor, ancak ok sapı çıkarılabildiğinden, daha masraflı bu unsur geri alınabiliyordu. Çoğumuzun zihninde ‘mağara insanı’ imgesi olsa da tıpkı bir mühendis gibi davranan atalarımız aerodinamikte ustaydı. Teknolojik sistemlerinde çeşitlilik yaratıyor, bu da onların aletlerini kolaylıkla tamir etmelerini ve hataların olumsuz etkisini azaltmalarını sağlıyordu.”
Atalarımız ayrıca alet yapımı için gerekli ince taneli kayaçlar hususunda da uzmandı.
Okyanusların karaları yutması, insanların kalabalıklaşıp birbirlerine yaklaşmasıyla alet yapımı için elzem böylesi malzemelerin kaynakları azalmış, bu da insanları karada bulabildiklerini daha dikkatli muhafaza etmeye itmişti.
Paleoantropologlar üç milyonu aşkın yıllık hominin “eşyaları”yla karşı karşıya geldiğinde, cevap aradıkları daimi sorulardan biri de “biz insanları eşsiz kılan nedir” oluyor. Pargeter, “Sürekli, bizi insan yapanın alet kullanmak olduğunu söylüyoruz, ancak diğer hayvanların da alet kullandığına dair kanıtlar bulundukça olayın bu kadar basit olmadığı anlaşılıyor” diyor.
Örneğin makaklar, midyeleri ayırmak için taş kullanıyor. Şempanzeler kabuklu yemişleri kırmak için taşları çekiç ve örs olarak kullanıyor, termit tepelerinden balık tutar gibi termit avlamak için çubuklardan yararlanıyor. Pargeter bu hususta, “Diğer primatların elleri yüksek güç gerektiren işlerde tekrar eden el becerileri göstermeye uygun olarak evrilmemiş. Bizse minyatürleştirilmiş teknoloji becerimizi artıran eşsiz hassasiyette bir elle kavrama yetisine sahibiz” diyor.
İnsanlar, atalarının yaşadığı topraklarda kalan diğer primatların aksine, yeni çevrelere yayılma konusunda da ustalık gösteriyor. “Küçük aletler hareketli, yayılmacı nüfus için tercih edilen bir teknoloji. Homo sapiens Afrika’dan dışarı çıktığında, ellerinde kocaman baltalar yoktu, ok, yay ve küçük taşlar vardı. ”

Emory Health Sciences. 12 Mart 2019.
Makale: Manuel Will, Christian Tryon, Matthew Shaw, Eleanor M. L. Scerri, Kathryn Ranhorn, Justin Pargeter, Jessica McNeil, Alex Mackay, Alice Leplongeon, Huw S. Groucutt, Katja Douze, Alison S. Brooks. 2019. Comparative analysis of Middle Stone Age artifacts in Africa (CoMSAfrica). Evolutionary Anthropology: Issues, News, and Reviews.