14 Temmuz 2019 Pazar

İSLÂM TARİHİ. Avcılık Araplar’da Câhiliye çağından beri biliniyor ve ok, yay veya kapanla ceylan yahut kuş avlamaktan ibaret bir eğlence kabul ediliyordu






İSLÂM TARİHİ. Avcılık Araplar’da Câhiliye çağından beri biliniyor ve ok, yay veya kapanla ceylan yahut kuş avlamaktan ibaret bir eğlence kabul ediliyordu. Araplar fetihler sonunda Rumlar, Türkler ve İranlılar’la karışınca av için doğan, şahin, atmaca ve köpek de kullanmaya başladılar. Avcılığı, aslı Farsça olan beyzere kelimesiyle ifade ediyorlardı. Beyzere, Farsça bâzyâr ve bâzdâr kelimelerinin Arapçalaşmış şekli olup bâz “doğan, çakır doğan”, bâzdâr ise “doğancı, alıcı kuş besleyen kimse” demektir. Buna göre beyzere “kuşla avlanma hüneri” olarak tarif edilebilir; ancak bu tabir sadece doğan veya şahinle yapılan ava münhasır değildir. Arap avcıları ceylan avında doğan ve şahinle birlikte kelâbizî denilen tazıları da kullanmışlardır. Endülüs’te av kuşlarının eğitimiyle görevli şahıslara sakkâr ve tayyâr denilirdi; ayrıca bayyâz, bayyâzî, biyâz, bâzîy ve bâyzârî kelimeleri de kullanılmaktaydı. Kuşlar hakkında bilgi veren Mes‘ûdî bunların bâzî, şahin, sakr ve ukab olmak üzere dört cinsi ve onların da on üç ayrı türü bulunduğunu; Türkler’in, Araplar’ın, İranlılar’ın, Hintliler’in ve Rumlar’ın akdoğanların en iyi doğan cinsi olduğunda ittifak ettiklerini söyler. Ayrıca hükümdarlarla filozofların doğanları tavsifine dair bilgi verir. 

Leş yiyen yırtıcı hayvanların (kevâsir, davârî) ve av kuşlarının (cevârih) avcılıkta kullanılması, müslümanları Bizans ve Asya’nın içleri ile temasa getiren ilk fetihlerden sonra önem kazandı. Emîrler ata binme ve eğlenme arzularını tatmin için kuşlarla avlanmaya başladılar. Halifeler ve üst seviyedeki devlet adamları av köpekleri ve kuşlarla yapılan avı emîrü’s-saydın idaresinde müesseseleştirdiler. Avla uğraşan ilk halife Yezîd b. Muâviye’dir. Yezîd avcılığa çok meraklıydı ve önemli sayıda yırtıcı kuş, çita vb. hayvanlara sahipti. Hatta kaynaklara göre köpeklerine altın halkalar ve bilezikler taktırıyor, altın sırmalı çullar giydiriyor ve her köpeğin hizmetine bir köle tahsis ediyordu. Yezîd kadar olmamakla beraber diğer Emevî halifeleri de ava düşkündüler. Daha sonra hilâfet makamına geçen Abbâsîler de yırtıcı kuş ve hayvan beslemeye başlayıp bu uğurda büyük paralar harcadılar; hatta hayvan bakıcıları için maaş ve arazi tahsis ettiler. Abbâsîler’den avcılığa ilgi duyan ilk halife Mehdî’dir. Onu Hârûnürreşîd, Emîn, Me’mûn ve Mu‘tasım takip etmiştir. Abbâsî halifeleri arasında ava en meraklı olan Mu‘tasım idi. Dicle nehri kıyısında avcılık için birkaç fersah uzunluğunda ve at nalı şeklinde bir duvar yaptıran halife, ava çıkınca vahşi hayvanları bu duvara doğru sürüyor ve sıkıştırarak avlıyordu. Halife Mu‘tazıd ise özellikle aslan avına düşkündü. Müstekfî de çita ve doğanla avlanmaya meraklı olup av kuşları ve av hayvanlarının bakımıyla bizzat meşgul olurdu. İlk Abbâsî halifeleri ava düşkün olduklarından her çeşit hayvanı barındıran özel bir hayvanat bahçesi kurmuşlardı. Abbâsî halifeleri ve vezirleri doğan, şahin, çita ve av köpeklerini hediye olarak da kabul ederlerdi. Nitekim Taberî, Bizans imparatorunun Hârûnürreşîd’e yolladığı hediyeler arasında on iki doğan ve dört av köpeğinin de bulunduğunu zikreder. Aynı şekilde İfrenc Kraliçesi Bertha, Müstekfî-Billâh’a on köpek, yedi doğan ve sekiz sakr göndermiş, Amr b. Leys es-Saffâr da Mu‘tazıd’a doğan ve çita hediye etmişti. Sâmânî Hükümdarı İsmâil b. Ahmed’in ise Mu‘tazıd’a üç çita ve on bir doğan yolladığı bilinmektedir. Bazı ülkeler Abbâsîler’e göndermek zorunda oldukları haracın bir kısmını av hayvanları vererek öderlerdi. Meselâ Hârûnürreşîd haraç olarak Ermenistan’dan her yıl otuz, Bebr ve Taylesân’dan da on doğan ve yirmi av köpeği alırdı. 

Abbâsî halifeleri ve devlet adamları av etini çok severlerdi. Bu husus tardiyye ve urcûze adı verilen şiirlerde açıkça dile getirilir. Avlanmak için bulutlu fakat yağmursuz günler seçilir ve sabah erkenden ava çıkılırdı. Halifeler ava çıkmak istediklerinde emîru’s-sayda gerekli hazırlıkların yapılmasını emrederlerdi. O da okçulara, çita, doğan, şahin ve tazı bakıcılarına, seyislere tâlimat verir, onlar da av hayvanlarını ve kuşları yanlarına alarak ava hazırlanırlardı. Av partisine halifenin aile fertleriyle yakın adamları, kılavuzlar, fakihler, hâfızlar, kâtipler ve hekimler katılırdı. Av sahasına varılınca topluca çadır kurulup eksikler tamamlanırdı. Şark İslâm dünyası gibi Mağrib ve Endülüs’te de kuşlarla yapılan avcılık büyük ilgi görmekteydi. Ağlebî Hükümdarı II. Muhammed, “Ebü’l-Garânîk” lakabını muhtemelen kuş avlamaya olan merakından dolayı almıştı. Bu hükümdar avcılığa öylesine meraklıydı ki yaptığı çılgınca av masraflarıyla hazineyi tüketmişti. Hafsîler de kuşla ava düşkündüler. Ebû Abdullah Muhammed el-Müstansır, Sâsânî prensleri gibi elinde av kuşu olduğu halde av sahasında dolaşmaktan büyük bir zevk alırdı. Aynı şekilde Endülüs Emevî saraylarında da av işleriyle görevli emîrler vardı. Sâhibü’l-beyâzıra denilen bu emîrler hükümdar nezdinde önemli mevkiye sahiptiler. Bazı Fâtımî halifelerinin de ava düşkün oldukları bilinmektedir. Meselâ beşinci halife Azîz-Billâh Mısır’dakilerle yetinmeyip arzularını tatmin için Sudan’dan av kuşları ve hayvanları getirtmiştir. Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Azîz Osman b. Selâhaddin avlanırken attan düşerek yaralanmış ve ölmüştü. Ayrıca Kahire’de bezâdire (av kuşları satanlar) adıyla bir çarşının mevcut olması, avcılığın Eyyûbîler devrinde de revaçta olduğunu göstermektedir. 

Savaşa hazırlanmada eğitici bir rolü olan avcılık bozkır Türk devletlerinde en önemli geleneklerden biriydi ve toplum hayatı üzerindeki güçlü tesiriyle bir dinî inancın ve kültün doğmasına sebep olmuştu. Altay halkı ava çıkmadan önce çeşitli ibadetler yapar, avın verimli ve başarılı olması için gerekli bütün örfî kurallara riayet eder, özellikle avı koruyacak olan ruha bağlılığını göstermeye çalışırdı. İktisadî gaye ile yapılan avcılığın dinî inançlarla ilgisi olmamakla birlikte vahşi kuş avlarının onların dininde apayrı bir yeri vardı. Çeşitli gelenek ve göreneklerle bir kült haline gelen avcılık, devlet teşkilâtı ve sosyal hayatta olduğu gibi dil ve edebiyatta da etkili olmuştur. Altay Türkleri av hayvanlarının insanların dilini anladığına inanırlardı. Bundan dolayı da gizli bir avcı dili doğmuştu. Genellikle av sırasında avlanan kuş ve hayvanların adları kullanılmaz, isimler tasvirî karakterde kelimelerle ifade edilirdi. 

Eski Türkler’de vahşi hayvanların etleri yenildiği gibi avlarda kullanılan şahin türünden bütün kuşlar “ongun” kabul edilir ve adları özel isim olarak kullanılırdı. Bu sebeple avcılık Türkler’de millî bir gelenek olmuş ve özellikle sürgün avı XI. yüzyıldan itibaren şahıslara mahsus bir hüner olmaktan çıkıp hükümdarların halk ve askerle birlikte yaptıkları manevra mahiyetinde millî bir spor haline gelmiştir. 

Karahanlılar ve Selçuklular gibi Türk devletlerinde avcılığın bir merasim, bir askerî spor veya manevra mahiyetinde devam etmesi ve av partisinden sonra hükümdarların umumi ziyafetlerle (toy, şölen) eğlenceler tertip etmeleri, bu çok eski Türk geleneğinin İslâmî devirde de aynen sürdürüldüğünü göstermektedir. Selçuklu sultanları ava çok meraklıydılar ve boş zamanlarında yaptıkları spor ve satranç karşılaşmaları yanında avcılıktan da büyük bir zevk alıyorlardı. Aynı geleneğin Gazneliler, İlhanlılar, Anadolu Selçukluları, Beylikler ve Osmanlılar’da da devam ettiği görülmektedir. Özellikle Osmanlı hükümdarları, daha kuruluş yıllarından itibaren hem eğlence hem de savaş tâlimi olarak av partileri düzenlemişler, avcılığı mükemmel teşkilâtı olan bir kuruluş haline getirmişlerdir. Çakırcıbaşı, şahincibaşı, atmacacıbaşı ve doğancıbaşı gibi unvanları olan şikâr ağalarının her biri protokolde yüksek birer mevkiye sahipti (bk. ŞİKÂR AĞALARI). Karahanlılar devlet adamlarının avcılıktaki hüner ve kabiliyetlerinden övgüyle söz eder ve kendilerine en kudretli hayvan adlarını lakap ve isim olarak verirlerdi. Hanların av sırasında kullandığı doğanlar kuşçu denilen görevliler tarafından eğitilirdi. Selçuklu Devleti’nin ilk hükümdarı Tuğrul Bey askerleriyle ava çıkar ve şölenler tertip ederdi. Yine Sultan Melikşah’ın ava çok düşkün olduğu, avladığı hayvanların boynuzlarından işaret kuleleri yaptırdığı ve günahından korkarak avladığı her hayvan için bir dinar sadaka verdiği bilinmektedir. Irak Selçuklu Sultanı Mahmud yırtıcı kuşlar ve av köpekleri beslerdi. Arslanşah b. Tuğrul’un da ava çok meraklı olduğu ve hepsi altın tasmalı 400 çitası bulunduğu bilinmektedir. Selçuklu emîrlerinden Barankuş’un “bâzdâr” lakabıyla anılması, Büyük Selçuklu devlet teşkilâtında av işleriyle görevli bir memuriyetin mevcut olduğunu göstermektedir. Sultanların av işlerine bakan ve Büyük Selçuklular devrinde bâzdâr denilen bu emîrlerin önemli bir mevkiye sahip oldukları görülmektedir. 

Anadolu Selçukluları’nda sultanın av işlerini tanzime memur olan emîr-i şikârlar, nüfuz ve itibar sahibi kumandanlar arasından seçilirdi. Meselâ meşhur Sâdeddin Köpek, Sultan I. Alâeddin Keykubad’ın, Kılavuzoğlu Tumanbay da III. Gıyâseddin Keyhusrev’in emîr-i şikârı idiler. Bütün kuşçular emîr-i şikârların emrindeydi ve av kuşlarının eğitiminden ve sultanların av işlerinin düzenlenmesinden yine onlar sorumluydular. Bunların maiyetinde ayrıca avla görevli önemli miktarda asker de bulunurdu; kuşların bakımı ise gulâmlara verilmişti. Anadolu Selçukluları’nda emîr-i şikârlığa tayinle ilgili bir vesikada bu görevlilerde aranan vasıflar ve av sırasında dikkat edilmesi gereken hususlar sayılarak emîr-i şikârın bu önemli vazifede bâzdârları kulluk ve mülâzemette bulundurması, şahinleri kuşlara saldırtmakta ihtiyatlı davranması, sürgün avında kuş ve hayvanları halka haline getirme zamanında cesur ve marifetli avcıları hizmete sokması ve kuşların avlanma mevsiminde avcıları pusuya yerleştirmesi gerektiği belirtilmektedir (bk. Turan, Resmî Vesîkalar, s. 27-28). 

Gerek Büyük Selçuklu gerekse Anadolu Selçuklu hükümdarlarının sofralarından av eti hiç eksik olmazdı. Nitekim Sultan Melikşah ile I. Alâeddin Keykubad, rivayete göre yedikleri av etinden zehirlenerek ölmüşlerdir. II. Gıyâseddin Keyhusrev’in av hayvanları yanında vahşi hayvanlar da beslediği, hatta bunlardan birinin ısırması sonucu öldüğü nakledilmektedir. Oğuzlar’a esir düşen Sultan Sencer’in bir süre avı seyretmek bahanesiyle çıktığı şikârgâhtan kaçırılarak kurtarılması, Anadolu Selçuklu sultanıyla barış yapmak isteyen Ermeni kralının Sultan I. İzzeddin Keykâvus’a çeşitli hediyeler yanında bâz (doğan) ve şahin de göndermesi, Selçuklu sultanlarının avcılığa ve av kuşlarına ne derece önem verdiklerini göstermektedir. Anadolu Selçukluları’nda yılda iki defa umumi ava çıkılırdı. Bu ava bütün devlet erkânı katılır ve av bir şölenle sona ererdi. 

Moğollar’da Cengiz Han döneminde, barış zamanlarında savaş oyunları yerine av partileri tertip edilirdi. Kubilay zamanında da 10.000 avcının 500 doğanla katıldığı büyük bir av düzenlenmişti. Kırgızlar’ın Cengiz Han’a beyaz bir doğan göndermeleri gibi Tumanbay da timar* sahibi olabilmek umuduyla Gazan Han’a eğitilmiş bir şahin hediye etmişti. 

Kaçar hânedanı mensupları herhangi bir devlet veya saray merasimine katılacak yahut da bir geziye çıkacak olurlarsa kendilerine kolunda şahin bulunan bir şahinci refakat ederdi. Buhara Hanlığı’nda da avcılıkla ilgili işlere “kuşbegi” adıyla anılan bir idareci bakardı. Bu makam varlığını 1920 yılına kadar sürdürmüştür. 

Avcılığın ve av kuşları yetiştirmenin hükümdarlar nezdindeki önemi dolayısıyla bu konuda pek çok kitap yazılmıştır. Avcılığa dair ilk ilmî eserler, muhtemelen meşhur dilci Ebû Ubeyde Ma‘mer b. Müsennâ’nın (ö. 210/825 [?]) Kitâbü’l-Bâzî ve Kitâbü’l-Hamâm’ıdır. Daha sonra yazılan eserlerden bazıları da şunlardır: İbrâhîm el-Basrî, el-Beyzere; Asmaî, Kitabü’l-Vuhûş; Hâlidiyyîn, Kitâbü’s-Sayd; Tabîb Îsâ er-Rakkī, Kitâbü’l-Mesâyîd; Muhammed b. Abdullah el-Bazyâr, Kitâbü’l-Cevârih; Ebû Dülef Kāsım b. Îsâ, Kitâbü’s-Silâh, Kitâbü’l-Cevârih ve’l-laʿb bihâ (Kitâbü’l-Büzât ve’s-sayd); Feth b. Hâkān, Kitabü’ṣ-Ṣayd ve’l-cârih; İbnü’l-Mu‘tez, Kitâbü’l-Cevârih ve’s-sayd; Ebû Tâhir-i Hâtûnî, Şikârnâme; Boğdu b. Kuştemir, el-Kānûnü’l-vâdıh fî muʿâlecâti’l-cevârih, (Köprülü Ktp., nr. 978). Bu kitaplardan günümüze intikal edenlerin en eskisi Küşâcim’in (ö. 360/971) el-Mesâyid ve’l-metârîd (nşr. Es‘ad Talas, Bağdad 1954) adlı eseriyle bundan otuz yıl sonra Fâtımî Halifesi Azîz-Billâh adına, av kuşlarına bakmakla görevli meçhul bir müellif tarafından yazılan el-Beyzere’dir (nşr. Muhammed Kürd Ali, Dımaşk 1953; Fransızca trc. François Viré, Leiden 1967). Ayrıca “tardiyyât” adı verilen şiirlerde de av ve avcılık konusunda aydınlatıcı bilgiler vardır. 

BİBLİYOGRAFYA 
İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, “Kelâbizî” md.; a.mlf., el-Kâmil, X, 156, 210, 213; XII, 140; Lisânü’l-ʿArab, “byzr” md.; Tâcü’l-ʿarûs, “byzr” md.; Seyyidâddî Şîr, Muʿcemü’l-elfâzi’l-Fârsiyyeti’l-muʿarrebe, Beyrut 1980, “el-bâz ve’l-bâzî” md.; Steingass, Dictionary, s. 145-146; Buhârî, “Ẕebâʾiḥ”, 1-38; Müslim, “Ṣayd”, 1929-1959; Mes‘ûdî, Mürûcü’ẕ-ẕeheb (Abdülhamîd), I, 186, 187, 188, 189, 190, 191, 301; III, 377; İbnü’n-Nedîm, Fihrist, s. 59, 130, 245, 264, 273, 321, 377; Nizâmülmülk, Siyâsetnâme (trc. M. Altay Köymen), Ankara 1982, s. 45, 106, 107, 114, 136, 163, 280; , s. 73-74; Râvendî, Râhatü’s-sudûr (Ateş), I, 129-130, 252, 269; Bündârî, Zübdetü’n-Nusra (Burslan), s. 159, 162, 163, 169, 211; İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye, s. 162, 168, 171, 203, 204; İbn Hallikân, Vefeyât, V, 284-285; Eflâkî, Menâkıbü’l-âʿrifîn, II, 844-846; Taşköprizâde, Miftâhü’s-saʿâde, I, 331; Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 165; Tecrid Tercemesi, XII, 12; Hasan Enverî, Istılâhât-ı Dîvânî-yi Devre-yi Gaznevî ve Selcûkī, Tahran 1355 hş./1936, s. 25-26; Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesîkalar, Ankara 1958, s. 27-32; a.mlf., Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul 1969, s. 2, 3, 8; a.mlf., Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1984, s. 221; a.mlf., “Keyhusrev II”, İA, VI, 628; Ahmet Caferoğlu, “Türklerde Av Kültü ve Müessesesi”, TTK Bildiriler, VII (1972), I, 169-175; Cl. Cahen, Osmanlılar’dan Önce Anadolu’da Türkler (trc. Yıldız Moran), İstanbul 1979, s. 221; Muhammed Manazır Ahsan, Social Life Under the ʿAbbasids, London 1979, s. 203-242; a.mlf., “A Note on Hunting in the Early ʿAbbasid Period: Some evidence on expenditure and prices”, JESHO, XIX/1 (1976), s. 101-105; Hitti, İslâm Tarihi, II, 522; VI, 376-377; Reşat Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, Ankara 1981, s. 212, 229, 231; Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, İstanbul 1983, s. 215; M. Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, Ankara 1984, II, 194, 203, 235, 546; Muhammed Kāsım Mustafa, “Risâletü’t-tard li-İbn Ebi’t-Tayyib el-Bâḫârzî”, MMMA (Kahire), XXI/2 (1975), s. 256-285; F. Viré, “Bayzara”, EI2 (İng.), I, 1152-1155.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder