TÜRKLER’DE AVCILIK
Eski Türkler göçebe bir toplum olarak zaten gündelik hayatta kendi evcil hayvanlarıyla
hemdem olan insanlardı. Av hayvanları da onları ilâve besin kaynağı olarak ilgilendiriyordu.
Bunun yanında avcılık silâhların denendiği ve silâhşorluğun uygulama alanı bulduğu bir faaliyet
anlamında belki daha da önemli bir işlev kazanıyordu. Avcılıkta maharet ortaya koymak bir
kendini ispatlama yoluydu. Bu noktada eski Türkler’in cengâverlik vesilesiyle avcılıkla
alâkaları gayet tabiî bir süreç anlamına gelir.
Honigman’ın (1972: 125) kaydettiği gibi, antropolog Ruth Benedict’in insan
toplumlarında kültürleri belli başlı ayırt edici psikolojik eğilimler yoluyla ifade etmiştir. Bu
bağlamda Dionisyan ve Apollonian ayrımına parmak basmıştır. Birinci tasnif var oluşun
alışılagelmiş hudutlarını zorlayan, ikinci tasnif ise travmatik psikolojik değişikliklerden kaçınan
ve sıradan gidişatı benimseyen yaklaşımı temsil eder. Birinci kültürde kendi kendisine yeter
adam makbul kişilik tipidir ve savaşta veya avda inisiyatif göstermek bir onur kazanma
vesilesidir.
Eski Türkler’de avcılık, gençlerin de erkekler kervanına kabûl ediliş yolunda
başarmaları gereken imtihan şekillerinden birini teşkil etmekteydi. Yani bir tekris (erginleme)
ritüeli olarak da ortaya çıkıyordu.
Yabancı Kaynaklarda Türk Avcılığı
G. Lewis (1968: 8, 9), Türk Tarihi ile ilgili kitabında şöyle yazıyor: Türkistan’daki
adamın nasıl biri olduğunu anlamak için Çinli şair Li Tai Po’ya kulak vermek yeter: O,
bataklığın ve steplerin adamıdır. Hayatında bir kitap açmasa da iyi avlanmayı bilir. Cesur ve
çeviktir. Sonbaharda atı semizdir çünkü bozkırın çimeni ata yarar. Dörtnala kalktığında atın
üstünde mağrurdur, görkemlidir! Kamçısı ıslıkla karları döver ya da yaldızlı kınında dinlenir.
Bolca içtiği içkisiyle [kımız demek istiyor] canlanıp şahinini çağırarak uzaklara yönelir. Güçlü
kolları yayı gerdiğinde vızıldayan okları kuşları bir bir havadan yere indirir. Herkes ona yol açar
çünkü yiğitliği ve savaşçı mizacı Gobi havzasında herkesçe iyi bilinir.
adamın nasıl biri olduğunu anlamak için Çinli şair Li Tai Po’ya kulak vermek yeter: O,
bataklığın ve steplerin adamıdır. Hayatında bir kitap açmasa da iyi avlanmayı bilir. Cesur ve
çeviktir. Sonbaharda atı semizdir çünkü bozkırın çimeni ata yarar. Dörtnala kalktığında atın
üstünde mağrurdur, görkemlidir! Kamçısı ıslıkla karları döver ya da yaldızlı kınında dinlenir.
Bolca içtiği içkisiyle [kımız demek istiyor] canlanıp şahinini çağırarak uzaklara yönelir. Güçlü
kolları yayı gerdiğinde vızıldayan okları kuşları bir bir havadan yere indirir. Herkes ona yol açar
çünkü yiğitliği ve savaşçı mizacı Gobi havzasında herkesçe iyi bilinir.
Cengiz Han’ın Türk-Moğol bileşimi imparatorluğunda da avcılığın ayrı bir yeri
olduğunu görürüz. Cengiz Han avcılık faaliyetini, askeri savaşı hazırlayan bir nevi manevraolarak ele alınmıştır: [Cengiz yasasına göre] savaşçıları talim ettirmek için her kış büyük bir av
düzenlenecektir. Bu nedenle imparatorluğun tüm halkına, Mart ayından Ekim ayına kadar geyik,
tavşan, karaca, keçi ve yabanî eşek avlamak yasaklanmıştır (Lamb 1992: 180).
Türkî Atasözlerinde Avcılık İzleri
Öz’ün (2000: 128, 132, 138, 139, 141, 144, 147) naklettiği Özbek atasözleri
içinde avcılık ve av hayvanlarıyla ilgili bir çok örnekler (1) bulabiliriz:
- Aç domuzdan domuz da kaçsın (Åç tonγızdän qåç tonγız).
- Zenginin kedisi tavşan avlar (Båyniñ müşügi quyån åvlär) [Buradaki fikre paralel bir
Özbek atasözü de “ köpek bile fakiri ısırır” (eski çåpånni it qåpär) şeklindedir].
içinde avcılık ve av hayvanlarıyla ilgili bir çok örnekler (1) bulabiliriz:
- Aç domuzdan domuz da kaçsın (Åç tonγızdän qåç tonγız).
- Zenginin kedisi tavşan avlar (Båyniñ müşügi quyån åvlär) [Buradaki fikre paralel bir
Özbek atasözü de “ köpek bile fakiri ısırır” (eski çåpånni it qåpär) şeklindedir].
- Bıldırcının yuvası yok, / Nereye giderse öter [“her yer bu göçmen kuşa yuvadır”
anlamı verir]. (Bedänäniñ üyi yoq, / Qaygä bårsä pitpildik).
- Bir kesekle [sertleştirilmiş toprak yumağı] iki serçe vurulmaz (Bir kesäk bilän ikki
çumçuqni urib bolmäs).
- Boynundan bağlanan köpek ava yaramaz ( Boynidän båγlängän it åvgä yärämäs).
- Etin iyisi kazdır, / Köpeğin iyisi tazıdır ( Etniñ yaxşisi qazi, / İtniñ yaxşisi tåzi).
- Filin ölümü dişi yüzündendir ( Filniñ ölimigä tişi säbäb).
- Her yerin tilkisini kendi tazısıyla avla! ( Här yerniñ tülkisini öz tåzisi bilän åvlä!).
- Acele etmeyen kağnılı, tavşana yetişir (Qıstänmägän aråbäli, guyångeä yetär).
- Ördek ördekle, kaz kazla uçar ( Ördäk ördäk bilän uçär, / Γåz gaz bilän uçär).
- Ördeğin olmadığı yerde su çulluğu kağandır (Ördäk yoq köldä låyxoräk xån).
- Örümcek gibi örmeyi, bıldırcın gibi koşmayı bil! (Örgimçäkdäk örmälä, / Bedänädäk
yorγalä!
Keza Doğan’ın (208, 210, 224, 225, 226, 233) bir makalesinde sıraladığı Kırgız
atasözleri içinde de av ve avcılık teması eksik değildirler:
- Ölmüş kaplandan canlı sıçan yeğdir! ( Ölgön colborston tirüü çıçkan artık!).
- Halkını özlemeyen yiğit olmaz,/ Yerini özlemeyen hayvan olmaz ( Elin sagınbas er
bolbos,/ Cerin sagınbas mal bolbos).
- Serçe semirip batman [2-8 okka arası bir Türk ağırlık birimi] çekmez (Çımçık semirip
batmanga tolbot).
- Börü etekten, coo cakadan alganda ( Kurt eteğe, düşman yakaya sarılır).
- Kuş kanadıyla uçar, kuyruğuyla konar ( Kuş kanatı menen uçat, kuyruğu menen
konot).
- Çok koşan [hiç saklanmayan] tilki bir gün yakayı ele verir ( Köp coylogon kuu tülkü,
kolgo tüşpöy, koyucu emes )
anlamı verir]. (Bedänäniñ üyi yoq, / Qaygä bårsä pitpildik).
- Bir kesekle [sertleştirilmiş toprak yumağı] iki serçe vurulmaz (Bir kesäk bilän ikki
çumçuqni urib bolmäs).
- Boynundan bağlanan köpek ava yaramaz ( Boynidän båγlängän it åvgä yärämäs).
- Etin iyisi kazdır, / Köpeğin iyisi tazıdır ( Etniñ yaxşisi qazi, / İtniñ yaxşisi tåzi).
- Filin ölümü dişi yüzündendir ( Filniñ ölimigä tişi säbäb).
- Her yerin tilkisini kendi tazısıyla avla! ( Här yerniñ tülkisini öz tåzisi bilän åvlä!).
- Acele etmeyen kağnılı, tavşana yetişir (Qıstänmägän aråbäli, guyångeä yetär).
- Ördek ördekle, kaz kazla uçar ( Ördäk ördäk bilän uçär, / Γåz gaz bilän uçär).
- Ördeğin olmadığı yerde su çulluğu kağandır (Ördäk yoq köldä låyxoräk xån).
- Örümcek gibi örmeyi, bıldırcın gibi koşmayı bil! (Örgimçäkdäk örmälä, / Bedänädäk
yorγalä!
Keza Doğan’ın (208, 210, 224, 225, 226, 233) bir makalesinde sıraladığı Kırgız
atasözleri içinde de av ve avcılık teması eksik değildirler:
- Ölmüş kaplandan canlı sıçan yeğdir! ( Ölgön colborston tirüü çıçkan artık!).
- Halkını özlemeyen yiğit olmaz,/ Yerini özlemeyen hayvan olmaz ( Elin sagınbas er
bolbos,/ Cerin sagınbas mal bolbos).
- Serçe semirip batman [2-8 okka arası bir Türk ağırlık birimi] çekmez (Çımçık semirip
batmanga tolbot).
- Börü etekten, coo cakadan alganda ( Kurt eteğe, düşman yakaya sarılır).
- Kuş kanadıyla uçar, kuyruğuyla konar ( Kuş kanatı menen uçat, kuyruğu menen
konot).
- Çok koşan [hiç saklanmayan] tilki bir gün yakayı ele verir ( Köp coylogon kuu tülkü,
kolgo tüşpöy, koyucu emes )
Zalim Avcı” Motifi
Buna rağmen avcının cana kıyması aynı zamanda Türk folklorunda bir yandan
nice tenkitlere de uğramıştır. Küçükken annem bana bir kitaptan bir avcı masalı
okumuştu. Bir kuş yuvasındaki yavrular akşama kadar acı acı ötüşerek analarını
bekliyorlardı ama o gelmiyordu. Kitapta yuvadaki yavruların resimleri de vardı. Yazar
bir aralık yavrulara doğrudan sesleniyor, “işte böyle yavru kuşlar; bari sokulun
birbirinize daha yakın!” diye teselli veriyordu çünkü ana kuş şimdi bir avcının
torbasındaydı. Bu acıklı masal beni bir süre çok etkilemişti.
“Avcı vurmuş hey balam, yaralıyam [yaralıyım]” diyen Azerî ceylân
türküsünde; “şu dağlara avcu daldı / o güzel ceylânı aldı / ben yanarım ceylânıma /
yavruları öksüz kaldı” diyen kara gözlü ceylân türküsünde de “gezme ceylân bu
dağlarda seni avlarlar / anadan, babadan, yârdan ayrı koyarlar” diyen türküde de benzer
bir tema işlenmiştir. “Zalim avcı” fazlaca işitilen bir sıfat tamlamasıdır.
Anonim bir Türk halk masalı (2) bir zalim keklik avcısı konusunu işler. Masalın
sonunda avcı zalimliğinin bedelini acı şekilde öder: Eskiden ,açlığın ve kıtlığın kol
nice tenkitlere de uğramıştır. Küçükken annem bana bir kitaptan bir avcı masalı
okumuştu. Bir kuş yuvasındaki yavrular akşama kadar acı acı ötüşerek analarını
bekliyorlardı ama o gelmiyordu. Kitapta yuvadaki yavruların resimleri de vardı. Yazar
bir aralık yavrulara doğrudan sesleniyor, “işte böyle yavru kuşlar; bari sokulun
birbirinize daha yakın!” diye teselli veriyordu çünkü ana kuş şimdi bir avcının
torbasındaydı. Bu acıklı masal beni bir süre çok etkilemişti.
“Avcı vurmuş hey balam, yaralıyam [yaralıyım]” diyen Azerî ceylân
türküsünde; “şu dağlara avcu daldı / o güzel ceylânı aldı / ben yanarım ceylânıma /
yavruları öksüz kaldı” diyen kara gözlü ceylân türküsünde de “gezme ceylân bu
dağlarda seni avlarlar / anadan, babadan, yârdan ayrı koyarlar” diyen türküde de benzer
bir tema işlenmiştir. “Zalim avcı” fazlaca işitilen bir sıfat tamlamasıdır.
Anonim bir Türk halk masalı (2) bir zalim keklik avcısı konusunu işler. Masalın
sonunda avcı zalimliğinin bedelini acı şekilde öder: Eskiden ,açlığın ve kıtlığın kol
gezdiği bir seferberlik zamanında, bir ihtiyar babayla küçücük bir kızı varmış. Annesi
yavrucuğunu doğururken terk-i dünya eylemiş. Müşfik baba bebeciğine hem anne hem
baba olmuş. Bebeciği açlıktan “ıngaa”yı çekip ağladığında o zavallı baba, o fukara
baba; göz yaşlarını bir şişeye doldurup konu komşudan devşirdiği bir tutam unla
karıştırıp öksüz yavrusunu avutmuş…(o zaman insanlar aç bîlâç ama haysiyetleriyle
yaşarlarmış).
Günler günleri kovalamış (kızı serpilip büyümüş). Buğday gibi sapsarı
saçlarıyla; kıpkırmızı elma yanaklarıyla; zeytin gözleriyle; kınalı elleri, keklik
ayaklarıyla nar tanesi, nur tanesi, babacığının bir tanesi olmuş. Müşfik baba, “kızım
gelinlik çağına geldi; daha bir dirhem et yediremedim; bari gidip bir keklik vurayım da
karnı doymasa bile hiç olmazsa etin tadını bilir” diye, tüfeğini kaptığı gibi vurmuş
kendini dağ yollarına! Fakir baba bir keklik bulma sevdası yüzünden, zavallı kızını bir
göz odanın içersinde unutuvermiş. Dağın zirvesinde ara ki keklik bulasın! Tam
umudunu kesmişken bir seki dibinden [keklik ötüşü taklidi] kekliğin sesini duyuvermiş.
Yorgun baba birden canlanmış. Gözlerinin feri gelmiş. Omuzları dikleşmiş. “İşte güzel
kekliğim” diye zavallı hayvanın peşine düşmüş. Avcı kovalamış av kaçmış; avcı
kovalamış av kaçmış. Nihayet bir çalı dibinde kıstırmış; tüfeğini doğrulttuğu gibi
tetiğine basmış. Dağın zirvesinde tüfeğin sesi yankılanmış.
Avcı baba karların üzerine akan karları görünce yavrusu için sevinmiş. Oraya
doğru seğirtmiş. Bir de ne görsün! Vurduğu; kovaladığı keklik değil de onun daha yeni
doğmuş [yumurtadan yeni çıkmış], tüyleri yeni çıkmış, ağzında anasının verdiği bir
tutam otla cansız yatan yavrusu değil miymiş! Baba bu işe üzülmüş hatâ yaptığını
anlamış. Kekliği oracığa gömmüş. Soluk soluğa günlerce gecelerce koşmuş. Evinin
kapısına gelmiş; “yavrum, evlâdım, aç kapıyı” demiş. İçerden ses gelmemiş. Zavallı
baba kapıyı kırıp içeri girdiğinde bir de görmüş ki dünyalar güzeli kızı yatağının
üzerinde; elinde babacığının fotoğrafı [resmi], göz pınarlarında birer damla yaş,
melekler gibi ruhunu teslim etmiş; cansız yatıyor. “Vay benim kekliğim! Vay benim
güzel evlâdım! Vay benim kanatlandırıp uçuramadığım! Vay benim cânım! Vay benim
yavrum!” diye ağlamağa başlamış.
Yaygın Av Hayvanı Motifleri
Halk edebiyatına indiğimizde bazı av hayvanlarının diğerlerinden ayrı ve özel birer
mevzu oluşturduklarını görmek mümkündür. Bunlardan birisi ceylândır. Bir başka adı
cerendir. Bu güzel gözlü memeli, birçok şaire dişil güzelliği betimlemede esin kaynağı
olmuştur. Bir türküde “şu cerenin sulakların gezmeli / kalem alıp kaşın gözün yazmalı”
dizelerini buluruz. Yine bir Kars ürküsünde sevgili kız “ağlama ceyran balası [ceylân
yavrusu] / sızlama ceyran balası / gider sözün karası” diye teselli edilmektedir.Keklik de çok işlenen bir konudur. “Aşağıdan gelen hanım oynasın / keklik kebabını
yiyen doymasın”; “ağlarım ben kekliğime oy oy!” diyen türkü; “kekliği düz ovada avlarlar /
kanadını kanadına bağlarlar” diyen ünlü Silifke oyun havası; “kekliğim seker gelir / tüyüne
döker gelir / hakikatli yâr olsa / dağları söker gelir” diyen Kayseri türküsü; “iki keklik bir
kayada ötüyor / ötme de keklik derdim bana yetiyor” diyen Balıkesir türküsü Türk insanının
yavrucuğunu doğururken terk-i dünya eylemiş. Müşfik baba bebeciğine hem anne hem
baba olmuş. Bebeciği açlıktan “ıngaa”yı çekip ağladığında o zavallı baba, o fukara
baba; göz yaşlarını bir şişeye doldurup konu komşudan devşirdiği bir tutam unla
karıştırıp öksüz yavrusunu avutmuş…(o zaman insanlar aç bîlâç ama haysiyetleriyle
yaşarlarmış).
Günler günleri kovalamış (kızı serpilip büyümüş). Buğday gibi sapsarı
saçlarıyla; kıpkırmızı elma yanaklarıyla; zeytin gözleriyle; kınalı elleri, keklik
ayaklarıyla nar tanesi, nur tanesi, babacığının bir tanesi olmuş. Müşfik baba, “kızım
gelinlik çağına geldi; daha bir dirhem et yediremedim; bari gidip bir keklik vurayım da
karnı doymasa bile hiç olmazsa etin tadını bilir” diye, tüfeğini kaptığı gibi vurmuş
kendini dağ yollarına! Fakir baba bir keklik bulma sevdası yüzünden, zavallı kızını bir
göz odanın içersinde unutuvermiş. Dağın zirvesinde ara ki keklik bulasın! Tam
umudunu kesmişken bir seki dibinden [keklik ötüşü taklidi] kekliğin sesini duyuvermiş.
Yorgun baba birden canlanmış. Gözlerinin feri gelmiş. Omuzları dikleşmiş. “İşte güzel
kekliğim” diye zavallı hayvanın peşine düşmüş. Avcı kovalamış av kaçmış; avcı
kovalamış av kaçmış. Nihayet bir çalı dibinde kıstırmış; tüfeğini doğrulttuğu gibi
tetiğine basmış. Dağın zirvesinde tüfeğin sesi yankılanmış.
Avcı baba karların üzerine akan karları görünce yavrusu için sevinmiş. Oraya
doğru seğirtmiş. Bir de ne görsün! Vurduğu; kovaladığı keklik değil de onun daha yeni
doğmuş [yumurtadan yeni çıkmış], tüyleri yeni çıkmış, ağzında anasının verdiği bir
tutam otla cansız yatan yavrusu değil miymiş! Baba bu işe üzülmüş hatâ yaptığını
anlamış. Kekliği oracığa gömmüş. Soluk soluğa günlerce gecelerce koşmuş. Evinin
kapısına gelmiş; “yavrum, evlâdım, aç kapıyı” demiş. İçerden ses gelmemiş. Zavallı
baba kapıyı kırıp içeri girdiğinde bir de görmüş ki dünyalar güzeli kızı yatağının
üzerinde; elinde babacığının fotoğrafı [resmi], göz pınarlarında birer damla yaş,
melekler gibi ruhunu teslim etmiş; cansız yatıyor. “Vay benim kekliğim! Vay benim
güzel evlâdım! Vay benim kanatlandırıp uçuramadığım! Vay benim cânım! Vay benim
yavrum!” diye ağlamağa başlamış.
Yaygın Av Hayvanı Motifleri
Halk edebiyatına indiğimizde bazı av hayvanlarının diğerlerinden ayrı ve özel birer
mevzu oluşturduklarını görmek mümkündür. Bunlardan birisi ceylândır. Bir başka adı
cerendir. Bu güzel gözlü memeli, birçok şaire dişil güzelliği betimlemede esin kaynağı
olmuştur. Bir türküde “şu cerenin sulakların gezmeli / kalem alıp kaşın gözün yazmalı”
dizelerini buluruz. Yine bir Kars ürküsünde sevgili kız “ağlama ceyran balası [ceylân
yavrusu] / sızlama ceyran balası / gider sözün karası” diye teselli edilmektedir.Keklik de çok işlenen bir konudur. “Aşağıdan gelen hanım oynasın / keklik kebabını
yiyen doymasın”; “ağlarım ben kekliğime oy oy!” diyen türkü; “kekliği düz ovada avlarlar /
kanadını kanadına bağlarlar” diyen ünlü Silifke oyun havası; “kekliğim seker gelir / tüyüne
döker gelir / hakikatli yâr olsa / dağları söker gelir” diyen Kayseri türküsü; “iki keklik bir
kayada ötüyor / ötme de keklik derdim bana yetiyor” diyen Balıkesir türküsü Türk insanının
kolektif belleğine nakşolmuş güfte ve nağmelerdir.
Turna, allı turna, telli turna da öyledir. “allı turnam, bizim ele varırsan / şeker söyle,
kaymak söyle, bal söyle” veya “turnalar uçun, yaylâdan geçin, yârimi seçin, turnalar!” veya “bir
çift turna gördüm durur dağlarda / seversen Mevlâ’yı kalma yollarda! / sizi bekleyen var bizim
ellerde / bizim ele doğru gidin turnalar” veya “telli turnam sökün gelir / inci mercan yükün gelir
/ elvan elvan kokun gelir / yâr oturmuş yele karşı” veya “turnam, kalk gidelim bize / tahammül
kalmadı naza! / hasretliğin yıllar sürdü / hangi suçuma bu ceza oyy?” gibi türkü sözleri Türk
toplumunda turna motiflerine örneklerdir.
Ördek ve güvercin de türkülere geçmiştir.“Yeşil ördek gibi daldım göllere / sen
düşürdün beni gurbet illere” bir türkünün, “evlerinin önü bakla / güvercinler döner takla” bir
diğer türkünün güftesidir.
Tilki kurnazdır, hınzırdır. Kümeslerin düşmanıdır. Bu şöhreti yüzünden de genelde
avcılardan hiç merhamet celp etmez. Avcı, bir mantığa büründürme (rasyonalizasyon)
psikolojik savunmasıyla, kendisini, tilki gibi bir varlığı imha etmekte çok haklı bulur. Tavşan
sevimlidir ve art ayaklarının uzunluğu sayesinde tepelere kolayca tırmanır. Bu itibarla da
tavşanın “ben yokuş aşağı inerken avcı etimi yesin, yokuş yukarı çıkarken ise b…kumu yesin”
dediği rivayet olunur.
Turna, allı turna, telli turna da öyledir. “allı turnam, bizim ele varırsan / şeker söyle,
kaymak söyle, bal söyle” veya “turnalar uçun, yaylâdan geçin, yârimi seçin, turnalar!” veya “bir
çift turna gördüm durur dağlarda / seversen Mevlâ’yı kalma yollarda! / sizi bekleyen var bizim
ellerde / bizim ele doğru gidin turnalar” veya “telli turnam sökün gelir / inci mercan yükün gelir
/ elvan elvan kokun gelir / yâr oturmuş yele karşı” veya “turnam, kalk gidelim bize / tahammül
kalmadı naza! / hasretliğin yıllar sürdü / hangi suçuma bu ceza oyy?” gibi türkü sözleri Türk
toplumunda turna motiflerine örneklerdir.
Ördek ve güvercin de türkülere geçmiştir.“Yeşil ördek gibi daldım göllere / sen
düşürdün beni gurbet illere” bir türkünün, “evlerinin önü bakla / güvercinler döner takla” bir
diğer türkünün güftesidir.
Tilki kurnazdır, hınzırdır. Kümeslerin düşmanıdır. Bu şöhreti yüzünden de genelde
avcılardan hiç merhamet celp etmez. Avcı, bir mantığa büründürme (rasyonalizasyon)
psikolojik savunmasıyla, kendisini, tilki gibi bir varlığı imha etmekte çok haklı bulur. Tavşan
sevimlidir ve art ayaklarının uzunluğu sayesinde tepelere kolayca tırmanır. Bu itibarla da
tavşanın “ben yokuş aşağı inerken avcı etimi yesin, yokuş yukarı çıkarken ise b…kumu yesin”
dediği rivayet olunur.
Geyiğin Özel Konumu
Öte yanan geyik de Türk folklorunda önemli yer tutan bir av hayvanı olmakla
beraber, geyik avına iyi gözle bakılmadığı da bilinmektedir; zira geyiklere bir nevi
kutsiyet atfedilmiş gibidir. Ziya Gökalp bir didaktik şiirinde “çocuktum ufacıktım / top
oynadım acıktım. / buldum yerde bir erik / kaptı bir alageyik” dizelerini kaleme alırken
serüvene vesile olacak hayvanı bir geyik olarak seçmiştir.
beraber, geyik avına iyi gözle bakılmadığı da bilinmektedir; zira geyiklere bir nevi
kutsiyet atfedilmiş gibidir. Ziya Gökalp bir didaktik şiirinde “çocuktum ufacıktım / top
oynadım acıktım. / buldum yerde bir erik / kaptı bir alageyik” dizelerini kaleme alırken
serüvene vesile olacak hayvanı bir geyik olarak seçmiştir.
Öztelli’nin (basım tarihi verilmeyen ama 1970’lerde basıldığı kaynakçadaki en
ileri tarihlerden anlaşılan) türküler külliyatında çoban ve doğa türküleri kapsamındaalınmış bir örnekte tövbekâr bir avcının yaktığı bir geyik türküsüne rastlıyoruz: “Biz de
gittik bir geyiğin avına / aldı geyik bizi kendi tavına [tuzağına] / tövbeler tövbesi geyik
avına! ağla bülbül, dağlar senin yâr benim / geyik ile uğraşamam, can benim”. (Son iki
mısra nakarat olarak türkü boyunca tekrarlanıyor) (Öztelli w.date s.318)
Öztelli aynı derleme eserde (s. 324) Âşık Kerem halk masalında geçen bir geyik
türküsüne de yer veriyor. Yolculuk sırasında Kerem, bir dağda yaralı dişi geyiği
görünce sazı alıp kâh avcıya kâh geyiğe seslenerek bir türkü yakmış: “Ne pek düştün şu
geyiğin izine / kurşun değmiş, al kan saçar dizine / mor sinekler konmuş ala gözüne /
kaç kuzulu [yavrulu] geyik kaç, avcı geldi! / şurada bir geyik ağlar iniler / geyiğin derdi
yaram yeniler / kanlı olur avcıların tazısı / kara imiş yavruların yazısı / meme mi isten
hay ananın kuzusu / kaç kuzulu geyik kaç, avcı geldi / şurada bir geyik ağlar iniler /
geyiğin derdi yaram yeniler”.
türküsüne de yer veriyor. Yolculuk sırasında Kerem, bir dağda yaralı dişi geyiği
görünce sazı alıp kâh avcıya kâh geyiğe seslenerek bir türkü yakmış: “Ne pek düştün şu
geyiğin izine / kurşun değmiş, al kan saçar dizine / mor sinekler konmuş ala gözüne /
kaç kuzulu [yavrulu] geyik kaç, avcı geldi! / şurada bir geyik ağlar iniler / geyiğin derdi
yaram yeniler / kanlı olur avcıların tazısı / kara imiş yavruların yazısı / meme mi isten
hay ananın kuzusu / kaç kuzulu geyik kaç, avcı geldi / şurada bir geyik ağlar iniler /
geyiğin derdi yaram yeniler”.
Menkıbeye göre Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemi ulu kişilerinden önemli bir
tanesi de (türbesi Bursa’da günümüzde de ziyaret alan) ünlü Geyikli baba’dır: “[O]
diğer dervişlerden ayrık dururdu ve dağda geyikçiklerle yürürdü. Korkut Alp ânı pek
severdi. Korkut Alp kocamıştı ve Orhan Gazi’ye bir âdem gönderdi kim ‘benimköylerim yanında bir nice derviş geldi oturur; ol dervişlerin aralarında bir derviş vardır;
dağda geyikçiklerle gezer ve mübarek kişidir” dedi. Bir nice günden sonra bir kavak
ağacını derviş kopardı; omzuna alıp götürüp Bursa’nın hisarına geldi ve padişahın
konağına girdi. Dış kapının iç yanına ol kavağı dikmeğe başladı. Sultana haber verdiler:
“Ol derviş geldi; bir kavak ağacı getirdi; kapıda dikiyor. Orhan Gazi çıktı; gördü kim
derviş ağacı dikmiş. Ve dahi Orhan’a sormadan dikmiş. Ve padişaha etti [dedi]:
‘Teberrükümüz [uğurlu, kutlu sayma] oldukça dervişlerin duası sana ve nesline
makbûldür’ ” (Âşık Paşazâde’nin Tevarih-i Âli Osman adlı eserine atıfla kaydeden
Tanyol, 2007: 44-45)
Erdoğan Tünaş’ın senaryosuna dayanarak Süreyya Duru’nun yönetmenliğinde
çevrilen 1969 tarihli Alageyik adlı sinema eserinde geyik avcısı köy genci Halil (CüneytArkın) ile köyün güzeli Zeynep (Mine Mutlu) arasındaki aşkın arka fonunda Halil’in
geyik avı sevdası ağırlıklı yer tutar. Kişilerin ağızlarından dökülen “susuz tarla, sütsüz
bebek ve avsız adam” benzetmeleriyle avcılığın bir tutku olduğu vurgulanır. Halil’i
tuzağa çekmek isteyen hasmı Karaca Ali (Bilâl İnci) onu bir hileyle gerdek gecesinde(!)
yine av peşine sevk eder. Ağanın boruyla alageyik sesi çıkartan adamı vasıtasıyla Halil
son defa ava çıkar; dayanamaz. Bilge yaşlı kadın Sultan Ana’nın (Aliye Rona) deyişiyle
“deli oğlanın av sevdası” böyle bir şeydir. Cömert Halil köyü defalarca geyik etine
doyurmuştur. Sultan Ana Halil ile bir konuşmasında ona şöyle seslenmişti: “Geyik
avlayan iflâh olmaz; uğursuzluktur, oğul!”
ikinci Meşrutiyet öncesinde İttihat ve Terakki’ci Enver Bey’in (sonradan Enver
Paşa) arkadaşı, Kolağası (önyüzbaşı) Resneli Niyazi Bey’in evcilleştirdiği bir geyiğivardı. Adını “Hürriyet” koymuştu. Zaten dönemin ünlü sloganı da “Hürriyet, Adalet,
Müsavat [eşitlik] idi. Bir başka slogan da “Yaşasın Niyazi’ler, Enver’ler” idi. Niyazi
Bey’in geyiğiyle birlikte resimleri bazı kartpostallara basılmıştı. Resneli Niyazi’nin
karizma inşası ve popüler çıkışı sürecinde bu maskot geyiğin mutlaka önemli yeri
olmuştur. (Belki en dürüst ve tok gözlü İttihatçı oydu. Payitaht-İstanbul’a gitmek yerine
hep Makedonya’da kaldı. Genç yaşında bir suikasta kurban gidecekti).
Avcılıkta Osmanlı Dönemi
Bizzat hükümdarın devlet işlerinden bunaldığında gerilimlerinden avcılık uğraşısı
sayesinde kurtulduğu bir gerçek ise de Türk devletlerinde avcılık herkese açıktı. Oysa Ortaçağ
Avrupası’nda av sadece kralın bir meşguliyeti idi ve hattâ asiller bile onun izni çerçevesinde
ancak belli hayvanları avlama iznine sahiptiler. Köylüler için ise av kesinlikle yasaktı ve ağır
cezaları mucip idi. Osmanlı sultanlarının da maiyetleriyle beraber av sporu yaptıklarını
biliyoruz; hattâ av esnasında dinlenmeye yarayan bazı şirin av köşklerinin günümüze ulaştığını
görüyoruz. Koşuyolu’nda Vâlidebağ Öğretmenler Huzurevi yanındaki tarihî küçük köşk
bunlardan birisidir ve etrafı bugün dahi bütün seyrelmişliğine rağmen yeşillik / koruluk bir
alandır.
sayesinde kurtulduğu bir gerçek ise de Türk devletlerinde avcılık herkese açıktı. Oysa Ortaçağ
Avrupası’nda av sadece kralın bir meşguliyeti idi ve hattâ asiller bile onun izni çerçevesinde
ancak belli hayvanları avlama iznine sahiptiler. Köylüler için ise av kesinlikle yasaktı ve ağır
cezaları mucip idi. Osmanlı sultanlarının da maiyetleriyle beraber av sporu yaptıklarını
biliyoruz; hattâ av esnasında dinlenmeye yarayan bazı şirin av köşklerinin günümüze ulaştığını
görüyoruz. Koşuyolu’nda Vâlidebağ Öğretmenler Huzurevi yanındaki tarihî küçük köşk
bunlardan birisidir ve etrafı bugün dahi bütün seyrelmişliğine rağmen yeşillik / koruluk bir
alandır.
Selim İleri’nin bir ekran sohbetinde (Eylül 2008, TRT-2, Okudukça Programı) belirttiği
gibi on altıncı asırda Nişancı Feridun Ahmet Paşa bugünkü Emirgân’da bahçeler ve biri avköşkü olmak üzere konaklar yaptırmıştı. Bir asır sonra IV. Murat Revan seferi dönüşünde
[Revan’ı kendisine savaşsız teslim eden Acem kumandan] Emirgüneoğlu’na koruyu, köşkleri,
bahçeleri armağan edecekti [Semtin adı da buradan gelir]. Emirgân mıntıkasında o dönemde
avın çok bereketli olduğu ortadadır.
TRT’de oynatılan bir Üsküdar belgeselinde belirtildiği üzere Padişah I. Ahmed’in
Üsküdar sırtlarında avlandığı bilinmektedir. Tahta çocukken geçen IV. Mehmet yetişkin yaşına
ulaştığında vakanüvislerce “Avcı Mehmet” diye anılmıştır. Av partilerine fevkalâde meraklı bir
padişahtır. (İkinci Viyana kuşatması 1683 tarihinde bu padişahın emriyle, Merzifonlu Kara
Mustafa Paşa komutasında bir orduyla düzenlenmiştir).
Yarcı’nın (Ocak 2009: 6) kaydettiği gibi Osmanlı döneminde Tanzimat Fermanı’nın
kabûlünden itibaren av ve avcılık hukuku bakımından da bir dönüm noktasına girildi. Buna göre
artık “avlanmak için seçilecek mahaller önceden ilân edilir; ilânnâmelerde yasaklara yer
verilirdi. Özel mülkler, çiftlik ve benzeri araziler, sahibinin izni olmadıkça avlanmak
maksadıyla kullanılamazdı. Meselâ, XIX. yüzyılın ortalarında, İstanbul’da Hatice Hatun’un
çiftliği arazisindeki Saz gölünde avlanmak isteyenlere önceleri izin verilmiş; fakat, göle
gelenlerin sayısı zamanla artınca Hatice hanım kendilerinden şikâyetçi olmuştu”.Modern Zamanlarda Avcılık Hevesi
Cumhuriyet döneminde ise avcılığa hukuksal yaklaşım iyice ilerleme kaydetti.
1937 senesinde kara Avcılığı Kanunu çıkartıldı. O tarihte av konusunda Ziraat Vekilliği
(Tarım Bakanlığı) yetkili idi. 2003 Tarihli yeni kanuna kadar o kanun yürürlükte kaldı.
Günümüz insanı tarafından avcılık faaliyeti belli birkaç maksat doğrultusunda
yapılabilir. Bu maksatlar bazı hallerde iç içe geçerek birbirlerini tamamlayabilirler.
Meselâ et bulmanın zorlaştığı durumlarda avcılık hobisi birden et gıdasını takviye eden
pratik bir boyut kazanabilir.
Cumhuriyet dönemi avcılarından biri olan ve Prenses Zeyneb Hâlim Hanım’ın
av partilerine de refakat etmiş bulunan Sait Selâhattin Cihanoğlu (3)) anılarında, avcı
dostu Abbas Celâloğlu ile birlikte İskoçya’daki mühimmat fabrikalarını gezmeğe
gittiklerinde nasıl av partilerine katıldıklarını; sansar, ada tavşanı, yaban ördeği, grouse
(Britanya’ya ait tombul civciv palazı görünüşünde benekli bir kuş) vurduklarını ve
İngiliz avcılara kendilerinden bahsettirdiklerini yazar. İkinci Dünya savaşı henüz
sonuçlanmış olup ülkede gıda durumu çok kötüdür: “Kasap dükkânları önünde kuyruk
olmuş, kadınlı erkekli yüzlerce Londralı! Sıralarını bekliyorlar. Eti alanlar alıyor.
Kuyruk sonu kalanlara et kalmıyordu. Kasap ‘et bitti!’ diye bağırdığı zaman, yüzlerinde
hüzün ve ıstırap izleri olan insanların, tek bir kelime söylemeden elleri boş olarak
döndüklerini teessürle görmüşümdür” (Cihanoğlu Aralık 2006: 60). Sait Selâhattin Bey
bu vesileyle avcıların et bulma konusunda ne kadar talihli olduklarını açıkça yazmaz
ama zımnen bunu demeye getirir.
Avcılıkta belli amaçların birbirleriyle örtüşebilmelerine rağmen; gerek öncelikler
ve gerekse inceleme kolaylığı açısından; avcılığın amaçlarını kabaca üç ana tasnife
koyan bir kurgulama uygundur. Bu kaba tasnifleri ise beslenme, boş zamanlar meşgalesi
ve kazanç olarak tanımlayıp öylece ele almak mümkündür. Üçüncüsü olan ve maalesef
yaban hayatını bitirme noktasına getiren maksat bunlar içinde en hayırsız ve yanlış
olanıdır. Türkiye’de bu anlamda av hayvanı katli yapıldığı söylenemez. Aksine bir tutku
olan avcılık masraflı ama müptelâsı için vazgeçilmez bir meşgaledir.
yaban hayatını bitirme noktasına getiren maksat bunlar içinde en hayırsız ve yanlış
olanıdır. Türkiye’de bu anlamda av hayvanı katli yapıldığı söylenemez. Aksine bir tutku
olan avcılık masraflı ama müptelâsı için vazgeçilmez bir meşgaledir.
SONUÇ
Eskiden beri Türkler’in meşgul olduğu avcılık günümüzde de bir spor ve hobi
anlamında Türk toplumunda çok revaçtadır. Erkekliği kışkırtan, yiğitliği yücelten
geleneklerden beslenen ve silâha ― hem de gereğinden çok fazla― kıymet veren Türk
kültürü avcılık için elverişli bir sosyal ortam sunmaktadır. Avcılık, av tüfeği edinmeyi
ve kullanmayı meşrulaştırıp sorunsuz hâle getirmesiyle de diğer sporlardan ayrı bir
câzibe taşır.
Av fişeğinde saçmalar, atom ağırlığı ağır ve ergime derecesi düşük ve
dolayısıyla işlenmesi kolay olan kurşun (lead, Pb) metalinden yapılır. Bazı
araştırmacıların farkına vardıkları üzere, Türkçe’de “kurşun” kelimesinin aynı zamanda
“mermi” anlamında yaygın olarak kullanılması bir tesadüf olmasa gerektir.
NOTLAR
1) Özbekçe’yi doğru telâffuz açısından transkripsiyon açıklaması:
/å/ Yuvarlak söyleyişle meyilli /a/ sesi verir.
/ ä / Açık /e/ sesi verir.
/ γ / Art damaktan /g/ sesi verir.
/x/ Gırtlaktan /h/ sesi verir.
/q/ Art damaktan /k/ sesi verir.
/å/ Yuvarlak söyleyişle meyilli /a/ sesi verir.
/ ñ / Burundan /n/ sesi verir.
2) Masalı, 2000’li yılların ortalarında bir özel televizyon dizisi olarak oynatılan
ve geniş kitlelerce beğenilen “Ekmek Teknesi” adlı yapıtta Hasan Kaçan’ın
canlandırdığı Herodot Cevdet karakteri de dile getirerek belleklerde tâzelemiştir.
Anılan karakter, dizinin her bölümünde mahalle kahvesine gelip ille de bir hikâye, halk
masalı veya tarihten bir yaprak anlatan; bu sunumu da her defasında kendine özgü
mizahî öğelerle bezeyerek renklendiren, mürekkep yalamış bir mahalle sâkinidir. Bir
nev’i modern meddah işlevi görür. Kahvede “âlemin kralı” lâkabıyla anılır; büyük saygı
celp eder. Anlattıkları, içerdiği güldürü unsurlarına rağmen çoğunlukla acıklı ve
düşündürücüdür. Mutlaka ibret vericidir.
Ekmek Teknesi adlı popüler dizide Hasan Kaçan’ın Herodot Cevdet sıfatıyla
büyük bir kültür hizmeti yaptığını teslim etmek gerekir. Mizah çeşnisi içinde olmasına
rağmen bir çok kültür unsuru ancak onun taşıyıcılığı ve aktarıcılığı marifetiyle çok genç
anlamında Türk toplumunda çok revaçtadır. Erkekliği kışkırtan, yiğitliği yücelten
geleneklerden beslenen ve silâha ― hem de gereğinden çok fazla― kıymet veren Türk
kültürü avcılık için elverişli bir sosyal ortam sunmaktadır. Avcılık, av tüfeği edinmeyi
ve kullanmayı meşrulaştırıp sorunsuz hâle getirmesiyle de diğer sporlardan ayrı bir
câzibe taşır.
Av fişeğinde saçmalar, atom ağırlığı ağır ve ergime derecesi düşük ve
dolayısıyla işlenmesi kolay olan kurşun (lead, Pb) metalinden yapılır. Bazı
araştırmacıların farkına vardıkları üzere, Türkçe’de “kurşun” kelimesinin aynı zamanda
“mermi” anlamında yaygın olarak kullanılması bir tesadüf olmasa gerektir.
NOTLAR
1) Özbekçe’yi doğru telâffuz açısından transkripsiyon açıklaması:
/å/ Yuvarlak söyleyişle meyilli /a/ sesi verir.
/ ä / Açık /e/ sesi verir.
/ γ / Art damaktan /g/ sesi verir.
/x/ Gırtlaktan /h/ sesi verir.
/q/ Art damaktan /k/ sesi verir.
/å/ Yuvarlak söyleyişle meyilli /a/ sesi verir.
/ ñ / Burundan /n/ sesi verir.
2) Masalı, 2000’li yılların ortalarında bir özel televizyon dizisi olarak oynatılan
ve geniş kitlelerce beğenilen “Ekmek Teknesi” adlı yapıtta Hasan Kaçan’ın
canlandırdığı Herodot Cevdet karakteri de dile getirerek belleklerde tâzelemiştir.
Anılan karakter, dizinin her bölümünde mahalle kahvesine gelip ille de bir hikâye, halk
masalı veya tarihten bir yaprak anlatan; bu sunumu da her defasında kendine özgü
mizahî öğelerle bezeyerek renklendiren, mürekkep yalamış bir mahalle sâkinidir. Bir
nev’i modern meddah işlevi görür. Kahvede “âlemin kralı” lâkabıyla anılır; büyük saygı
celp eder. Anlattıkları, içerdiği güldürü unsurlarına rağmen çoğunlukla acıklı ve
düşündürücüdür. Mutlaka ibret vericidir.
Ekmek Teknesi adlı popüler dizide Hasan Kaçan’ın Herodot Cevdet sıfatıyla
büyük bir kültür hizmeti yaptığını teslim etmek gerekir. Mizah çeşnisi içinde olmasına
rağmen bir çok kültür unsuru ancak onun taşıyıcılığı ve aktarıcılığı marifetiyle çok genç
kuşakların dikkatine gelmiştir. Belki “mizah çeşnisine rağmen” diyecek yerde “mizah
çeşnisi sayesinde” desek daha anlamlı bir söz etmiş oluruz. Artık gazetelerde pehlivantefrikaları çıkmadığına, kış geceleri mısır patlatan ve masal anlatan haminneler
kalmadığına, köy odalarında okunan Hz. Ali’nin cenklerine dair destanlar basılmadığına
göre; bu gibi motifler; Herodot Cevdet’in anlatısı olmasaydı yeni kuşaklara galiba hiç
ulaşmayacaktı! Sandviçle beslenen, internette gezinen gençlik, kimliğini tanımlayan
kökenlerini iyice unutacaktı. Oysa toplumsal belleğin korunması ve nesillerin
birbirlerine eklemlenmesi açısından eski masalların, deyim ve atasözlerinin,
menkıbelerin yaşaması gerekir: Zaten bir millet, bizatihi tanımında, geçmiş ve gelecek
kuşakları da şimdikiler ile birlikte kapsar. Türkiye gibi nûfusu genç bir toplumda, hızlı
şehirleşme, bazı kötü töreleri biçtiği kadar iyi ve güzel değerleri taşıyıcı söylenceleri,
insancıl diğergâmlığı, misafirperverliği de çok aşındırabiliyor.
3) Sait Cihanoğlu, Abbas Celâloğlu isimli bu “eski tüfek” pîr avcılar; Türkömer
‘ün eserinin bir sayfasında (Nisan 2008: 175) Edirne’de 1931’de çekilmiş bir fotoğrafta
üzerine onlarca kuş asılı bir kamyonetin önünde görüntülenmektedirler. Bir başka
sayfada (Nisan 2008: 23) iki avcı Karacabey-Poyrazbahçe’de 1940’ta çekilmiş bir
fotoğrafta duvara gerilmiş iki sıra ipe çamaşır misâli asılmış onlarca kaz ve ördek
önünde yine birliktedirler. Görüntülerde bugünkü anlayışa göre av limitleri çok aşılmış
ise de ilk fotoğrafta 1937 tarihli Eski Kara Avcılığı Kanunu bile henüz çıkmamıştır.
İkinci fotoğrafta kanun henüz üç seneliktir ve muhtemelen kanuna dayalı MAK
kararları ve av limitleri daha oluşturulmamış veya bugüne göre fazla müsamahalı
tutulmuştur.
KAYNAKLAR
CİHANOĞLU, Sait Selâhattin (Aralık 2006). “İngiltere ve İskoçya’daki Avcılığım”,
Avdoğa Dergisi, sayı 43, ss.60-61.
HONIGMAN, John J. (1972). “North America”, HSU, Francis L. K.ed.: Psychological
Anthropology, new edition, Schenkman publishing Company, Inc., Cambridge,
Massachusetts.
LAMB, Harold (1992). Cengiz Han'ın Liderlik Sırları, (Çev. Cem Erçin), Alkım
Yayıncılık-Kitapçılık, Ankara.
LEWIS, Geoffrey (1968). la Turquie: le déclin de l’Empire, les réformes d’Ataturk, la
République moderne, (İngilizce’den Fransızca’ya çeviren: Pierre Willemart), Marabout
Universitē, Verviers.
ÖZ, Aynur (Bahar 2000). “Hayvanlarla İlgili Özbek Atasözleri”, Türk Dünyası (Dil ve
Edebiyat Dergisi), sayı 9, Türk Dil Kurumu, Ankara.
ÖZTELLİ, Cahit ( w. date). Evlerinin Önü (Bütün Halk Türküleri), Hürriyet Gazetesi
yayını, Cağaloğlu, İstanbul.
TANYOL, Cahit (2007). Kuruluş ve Fetih Destanı, üçüncü baskı, Pozitif Yayın,
Samandıra, İstanbul
TÜRKÖMER, Derin (Nisan 2008). Avcı Prenses Zeyneb Hâlim ile Sohbetler, Yapı
Kredi Yayınları, İstanbul.YARCI, Güler (Ocak 2009). ”Osmanlı’da Avcılık Yasaları”, Acta Turcica Çevrimiçi
Tematik Türkoloji Dergisi, 1. yıl, (“Türk Kültüründe Av” konulu) 1. sayı, İstanbul.
TİDSAD
Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social StudiesYıl: 2, Sayı: 3, Haziran 2015, s. 86-95Sinan Çaya
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder