29 Eylül 2019 Pazar

İlk İnsanlar

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve açık hava




İlk İnsanlar

İnsanlar Antarktika hariç her kıtaya kalıcı olarak yerleşmiştir. Fakat biz dünyanın farklı yerlerinde evrilmedik. Biz, bugün yaşayan herkes, Homo Sapiens türünün tüm üyeleri, soyumuzun izini Afrika’ya dek takip edebiliriz. O halde nasıl oldu da bütün dünyaya yayılabildik?
Modern insanların Afrika’dan göçmeye ne zaman başladığı noktasında bazı belirsizlikler vardır fakat bu olay 100.000 ila 75.000 yıl önce olmuştur. İnsanlar alet kullanma, giyinme, konuşma, avcılık için disiplinli işbirliği yapma, ateş yakma ve sığınak kullanma gibi pratiklerde daha eski insan türlerine oranla daha becerikli ve dolayısıyla farklı habitatlara uyum sağlamada daha başarılı oldukları için, bu denli geniş bir coğrafyaya yayılmayı başarmışlardır.
Afrika’dan tek bir göç mü, yoksa birkaç göç dalgasımı olduğu bilinmiyor fakat insanların Güney Asya kıyıları boyunca belki yılda bir-iki kilometre kat edecek şekilde, yavaş yavaş hareket etmiş olması muhtemeldir. Fosil kalıntıları, 50.000 yıl önce Avustralya’ya ulaşmış olduklarını gösterir. Bu, buz tabakalarına büyük miktarda suyun hapsolduğu son buzul çağına denk gelir. Düşen deniz seviyeleri, Yeni Gine ile Avustralya arasında bir kara köprüsü ortaya çıkararak, yolculuğun söz konusu kısmını kolaylaştırmıştır. Fakat bu insanların Yeni Gine’ye ulaşmak için denizi nasıl aştıkları, böylesi eski bir tarihten günümüze açık deniz aracı kalıntıları ulaşmadığından, gizemini korumayı sürdürmektedir.
“Ex Africa semper aliquid novi. Daima Afrika’dan çıkan yeni bir şey vardır.” – Yaşlı Plinius, Doğa Tarihi, VIII (MS 1. yüzyıl)

28 Eylül 2019 Cumartesi



BATI İRAN’DA AVCI-TOPLAYICILIKTAN YİYECEKÜRETİMİNE GEÇİŞ: İKLİM, FAUNA-FLORA, NÜFUSYOĞUNLUĞU VE KÜLTÜREL TEMAS (MÖ. 15000 – 7500)

Özet

Metinde yanıtı aranan soru, Bereketli Hilal’in üç parçasından biri olan Batı İran ya da Kuzey-Orta
Zağros’ta avcı-toplayıcılıktan çiftçi-otlatıcı kültüre geçişin hangi koşullarda gerçekleştiğidir. Bu amaç
doğrultusunda, a) Mezolitik dönemde (MÖ. 15000-9500) işgal edilen mağaralar ve kaya
sığınaklarında hangi hayvanların ve bitkilerin tüketildiğine odaklanılmış, b) Genç Dryas boyunca
(MÖ. 10800-9500) ve Holosen Çağı başında iklim + bitki örtüsündeki değişimlerin avcı-toplayıcılara
sunduğu yeni olanaklar değerlendirilmiş, c) Mevsimlik kamplar kalıcı yerleşimlere dönüşürken, nüfus yoğunluğunun ve Bereketli Hilal’in diğer parçalarıyla (Güneydoğu Anadolu; Levant ya da Doğu Akdeniz kıyıları) gerçekleştirilen kültürel temasın Zağros neolitiğinin gelişimi üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Metnin temel argümanı, Batı İran’daki yiyecek üretiminin pek çok faktörün katılımıyla şekillendiğidir. Bu faktörler, 1- iklim değişiklikleri, 2- buğdaygiller habitatının genişlemesi, 3- avcı- toplayıcı grupların neolitik-öncesinde kazandıkları deneyimlerin bitki/hayvan evcilleştirme sürecine eklemlenmesi, 4- Zağros’un İran’ın diğer bölgelerine nazaran yoğun bir nüfus barındırması ve 5- Toros-Zağros Kavisi’nde meydana gelen kültürel alış-verişler ya da karşılaşmalardır



   Giriş

Zağros Dağları ya da Batı İran, dünyada “yiyecek üretimi”nin ilk başladığı coğrafya olan Bereketli
Hilal’in doğu parçasını oluşturur. MÖ. 11-10. binyıllarda 
hayvan/bitki yönetimi (ya da evcilleştirme-
öncesi otlatıcılık ve ekim uygulamaları
) ile başlayan “yiyecek üretimi”, 9-8.binyıllardaki hayvan/bitki evcilleştirme süreci ile tamamlanmıştır. Evcilleştirme, Bereketli Hilal toplumlarının işlerine en çok yarayan hayvan ve bitki teklerini seçerek canlıların morfolojilerinde (fiziki yapılarında) belirgin değişimler yaratmaları ve onları yabani doğadaki benzerlerinden farklılaştırmaları demektir. Yakın Doğu’da hayvan/bitki yönetimi+evcilleştirme sürecinin en eski ve canlı merkezi, Güneydoğu Anadolu, yani Kuzey Bereketli Hilal’dir. Bölgenin diğer merkezleri olan Levant (Doğu Akdeniz kıyıları) ve Batı İran (Zağros) da yiyecek üretiminin gelişimine kuşkusuz katkı sunmuşlardır. Ancak 8 temel bitki (neolithic founder crops: siyez ve gernik buğdayları, arpa, mercimek, bezelye, nohut, burçak, keten) ve 4 toynaklı hayvandan (keçi, koyun, domuz, sığır) oluşan “yiyecek paketi”nin Yakın Doğu’nun diğer parçalarına esas itibariyle Güneydoğu Anadolu’dan yayıldığı sanılmaktadır. Özellikle MÖ. 7. binyılda bu paketin Bereketli Hilal’in tamamına yayılması ile “avcı-toplayıcı pratikler” iyiden iyiye terk edilmiş ve “çiftçi-otlatıcılığa dayalı neolitik kültür”ün toplumların geleceğine yön vereceği belli olmuştur. 4-5 binyılı kapsayan ve insanlık tarihinde bir dönüm noktası olarak görülen “neolitik devrim”, tek bir toplumun eseri değildir. Yeryüzünde “yiyecek üretimi” birbirinden bağımsız süreçler halinde en az 8 coğrafyada (Çin, Batı Afrika, Doğu Afrika, Kuzey Amerika, Orta Amerika, And Dağları, Amazonlar vb.) ortaya çıkmıştır. Ancak bunların en eskisi Bereketli Hilal’dir ve gerek coğrafi koşullar gerekse yiyecek üretimine eşlik eden nüfus artışları dolayısıyla “neolitik kültür”ün bölgedeki yayılımı diğer yeryüzü parçalarına nazaran hızlı ve zahmetsiz olmuştur.

   Metnin temel hedefi, Batı İran’daki (Zağros Dağları) avcı-toplayıcı kamplarının yiyecek üreten
köyler
e dönüşme sürecini etkileyen faktörlere odaklanmak ve “kültürlerarası temas”ın yeryüzü
şekilleri, çevre, iklim, insan nüfusunun bölgesel dağılımı ve doğal bitki/hayvan habitatı gibi diğer
faktörlere nazaran nasıl bir ağırlığa sahip olduğunu ortaya koymaktır


1. Coğrafya, İklim, Fauna-Flora ve İran’da İlk Avcı-Toplayıcı Kampları (MÖ. 15000 – 9500)

İran, yeryüzünün en dağlık coğrafyalarından biridir. Ülkenin Anadolu ve Mezopotamya ile sınırını
oluşturan Zağros, Batı İran’ın tamamını kaplamaktadır. Kuzeyde ise Elburz Dağları uzanır ve dağlar
aşıldığında Hazar kıyılarına ulaşılır. Kuzeydoğu’da İran’ı Batı Türkistan’dan ayıran Kopet Dağları ve
doğuda Hindikuş Dağları vardır. Dağların çevrelediği ülkenin ortasında kalan yüksek bölgelere “İran
Yaylası” ya da “İç/Orta Yayla” denir. Ancak yaylanın kuzeydoğusunda “Kebir Çölü”, güneydoğusunda da “Lut Çölü” olarak bilinen iki tuz çölü bulunur; nadir vahalar dışında çöl bölgelerinde yaşamak olanaksızdır. Dağlar ve yaylalar ülkesi İran’da yalnızca iki genişçe ova vardır: Güney Mezopotamya’ya komşu olan Susiana (Huzistan) Ovası ve Hazar Gölü’nün güneyi boyunca uzanan kıyı ovaları. Susiana, komşusu Güney Mezopotamya’daki gelişmelerin de etkisiyle, MÖ. 4. binyıl sonlarında belirmeye başlayan erken İran uygarlığının merkezidir. Ancak yiyecek üretimi, Güney Mezopotamya ve Susiana’da değil, çok daha kuzeyde, Toros-Zağros Kavisi olarak bilinen yüksek bölgelerde doğmuştur. Dolayısıyla, ilk köyler, (erken kentler ve uygarlıklardan en az 6 binyıl önce) Güney Mezopotamya’da değil Anadolu-Suriye sınırında kurulmuş; evcilleştirilebilir hayvan ve bitki türleri açısından zengin olan bölgeyi, Batı İran (Zağros) ve Levant (Suriye-Filistin) izlemiştir. İran’da yiyecek üretiminin merkezi işte bu yüzden Kuzey ve Orta Zağros’un Irak’a bakan yamaçlarıdır: Yiyecek üretimi, Güney Zağros ile Hazar kıyılarına daha sonraları tedricen ulaşacaktır.




Zağros, yiyecek üretimi başlamadan önce de, bugünkü İran sınırları içinde avcı-toplayıcı grupların
en yoğun olarak yaşadığı bölge idi (MÖ. 15000-9500). Hâlbuki dönemin başında Zağros’taki yıllık
sıcaklık ortalaması bugünkünden 5 ila 8 derece daha düşüktü, yağmur da az yağdığı için bölge hem
kurak hem soğuktu.  
Yazlar ılıman ama kısaydı. Kışlar uzundu ve kar çizgisi bugün olduğundan
650 m. daha alçaklarda idi. Sert kış koşulları da dikkate alındığında, en korunaklı yerler dağların arasında uzanan kuytu vadiler ile görece düşük rakımlı yamaçlardı. Zağros’un hâkim bitki örtüsü ağaç değil otsu ve çalımsı bitkiler, özellikle de yavşan/artemisiadır. Meşe, çam, kavak, söğüt, şamfıstığı ve ılgın gibi ağaçlar ise genellikle akarsu yataklarında ve göl kıyılarında bulunurlar. Hazar’ın güney kıyıları ile Elburz’un kuzey yamaçları arasındaki düzlükler, sıcak ve yağmurlu iklim dolayısıyla ağaç bakımından daha zengindir. Buralarda ve Zağros’un kuytu vadilerinde bol miktarda kızıl geyik ve yabani sığır avlamak mümkündür. Sarp kayalıklarla dolu yüksek bölgelerde gözde av hayvanları yaban keçisi, kaya güvercini ve keklik iken, alçak yamaçlarda yabani koyun avlanır. Zağros stepleri, Hazar kıyıları ve Orta Yayla’da barınan diğer hayvanlar yabani eşek ve ceylandır. Sık sık su içmesi gereken yaban domuzlarına ise genellikle akarsu ve göl kıyılarında rastlanır. Tatlı su canlıları da (su kuşları, balık, kaplumbağa, istiridye ve yengeç) avcı-toplayıcılar için bulunmaz nimettir. Hazar kıyılarını avcılar açısından çekici kılan hayvan ise foktur (Peasnall, 2003: 199)


Zağros, Holosen Çağı’ndan (MÖ. 9500 – MS. 2000) önce de avcı-toplayıcılara açık bir bölge idi. Bu
eski devirlerde, özellikle Kuzey Zağros’ta yabani keçi ve koyun avlanırdı. Kamp yerlerinde keşfedilen kemiklerin bir kısmı 
Neandertallere, diğer kısmı Homo sapienslere aittir. Avcı-toplayıcı izlerinin yoğunlaştığı dönem ise, MÖ 40000-20000 arasıdır.  Tabii avcı kamplarının çoğu, Zağros’un yüksek bölümlerinden ziyade dağ eteklerinde bulunmaktadır (Matthews vd., 2013a: 15).
 Bu tip kamplardan biri Orta Zağros’taki Yafteh Mağarası’dır. MÖ. 35000‘den 25000’e kadar aralıklarla iskân edildiği anlaşılan mağara, geniş bir alüvyonlu ovaya yukarıdan bakmaktadır ve bu ova avcı-toplayıcıların ihtiyaç duyduğu hayvansal ve bitkisel kaynaklar bakımından zengindir. MÖ. 30000 civarında Yafteh dolaylarında yiyecek arayan insanların yoğun biçimde avladığı türler, keçi, koyun, ceylan ve çöl kemirgenleri gibi hepsi küçük cüsseli hayvanlardır (Otte vd., 2011: 340-341)

Kamp olarak kullanılan pek çok mağara, Son Buzul Maksimum’un (MÖ. 23000–17000) soğuk/kuru
iklimi nedeniyle terk edilmiş; yükseklerdeki barınaklar tamamen boşaltılmıştır. Zağros’un yeniden
avcıları ağırlamaya başlaması için MÖ. 15000’leri beklemek gerekir. Zağros’taki avcı kamplarından
derlenen bulgulara bakılırsa, bölgenin yeni toplulukları 15000-12000 arasında ceylan, keçi, koyun ve
yaban eşeği avlamış; ayrıca yakın göller/akarsularda buldukları balıklar ve kabuklu yumuşakçalarla
beslenmişlerdir. Zağros’lu avcılar, Genç Dryas’ın (MÖ. 10800-9500) neden olduğu kısa süreli soğuk ve kuru iklim dolayısıyla yüksek bölgeleri bir kez daha terk etmişlerse de, Holosen’in getirdiği sıcak hava nüfusun yeniden ve kararlı biçimde artmasına yol açacaktır. 11.-10. binyıl yerleşimleri hala avcı-toplayıcılara aitse de, Zağros’ta ilk tarım köylerinin doğumu yakındır 

(Matthews vd., 2013a: 16-17).


   Yiyecek üretimi öncesinde kurulan avcı-toplayıcı kamplarının yoğunlaştığı coğrafya Zağros’tur. İlk
kamplar, soğuk/kuru hava nedeniyle genelde mağaralardan ve kaya sığınaklarından oluşmaktadır. Az
sayıda açık-hava kampı ise, daha ılıman Zağros yamaçlarına ve İç Yayla’nın korunaklı bölgelerine
kurulmuştur. Bütün bir mevsimi geçirmek amacıyla seçilen kamplar geniştir, pek çok işlevin birlikte
görülmesine elverişlidir. Daha küçük olanlar, ya uzun bir yolculuğa çıkmadan önce ya da av etinin
parçalanıp dağıtılması sırasında kısa süreli “durak”lar olarak işlev görmüştür. Mevsimlik kamplar
genelde çevreye hâkim tepelerde ya da farklı fauna-floraların kesiştiği noktalarda bulunurlar. Mekân
genişliği ile nüfus doğru orantılıdır. Ortalama bir mevsimlik kamp, 1 ya da 2 geniş aileyi barındıracak
büyüklüktedir. Küçük kaya sığınakları, sürekli barınmak için değil, kesim faaliyetleri (av partilerinde
ele geçen hayvanların taksimatı) için kısa süreliğine iskan edilen mekânlardır. Kamplarda kaç kişinin
barındığını anlamak için avcı-toplayıcı grupların ortalama büyüklüğünü saptamak gerekir. Yiyecek
üretiminden önce, İran’da bu tip toplumsal gruplar genellikle 20-25 kişiden oluşmaktadır. Kamplar
kalıcı yerleşimlere dönüştükçe bu sayı ikiye katlanmıştır. Ancak farklı avcı-toplayıcı grupların zaman
zaman bir araya geldikleri, birlikte avlandıkları ve ortak dini ritüellerde buluşup karma evlilikler
yaptıkları unutulmamalıdır. İran genelinde avcı-toplayıcıların yaşadığı coğrafyalar, bölgesel nüfus
yoğunluğu ve ortalama yaşam süresi bakımından büyük farklılıklar sergilemektedir. Örneğin Hazar
kıyı şeridinde keşfedilen avcı kamplarının sayısı pek azdır ve buralarda yaşayan avcıların ortalama
yaşam süresi 40 yıldır. Nüfus yoğunluğunun çok daha fazla olduğu Kuzey Zağros’ta bu süre 25-30’a
inmektedir, ortalama yaşam beklentisini düşüren temel unsur ise yüksek çocuk ölüm oranlarıdır. Bu
bölgede avcılık ve toplayıcılık yapan gruplar, doğal kaynakların sınırlılığı nedeniyle sıkça çatışmaya
girmiş olmalıdırlar. Zira Kuzey Zağros avcı barınaklarından Şanidar Mağarası’na defnedilen ölülerin
vücutlarındaki taş topuz ya da balta darbeleri açıkça görülmektedir (Peasnall, 2003: 200)



Arkeolojik veriler, avcı-toplayıcıların Zağros dışındaki yeryüzü parçalarında da bazen birbirleriyle
bilgi ve nesne alış-verişi yaparak barış içinde yaşadıklarını, bazen de av ve toplayıcılık sahalarını
korumak amacıyla kıyasıya savaştıklarını, hatta işi rakiplerinin bütün üyelerini ortadan kaldırmaya
kadar vardırdıklarını kanıtlamaktadır:


 “Bavyera’daki Ofnet Mağarası’nda arkeologlar iki çukura atılmış çoğu kadın ve çocuk toplam 38
avcı toplayıcının kalıntılarını buldular. Çocuklar ve bebekler de dâhil, iskeletlerin yarısında insan eliyle
yapılmış olduğu belli sopa ve bıçak izleri bulunuyordu. Yetişkin erkeklere ait birkaç iskelet de ağır
şiddet izleri taşıyordu. Muhtemelen, Ofnet’te bir avcı-toplayıcı grubun tamamı katledilmişti. … Avcı-
toplayıcılar nasıl çok değişik dinler ve toplumsal yapılar inşa ettilerse, muhtemelen aynı şekilde çok
değişik seviyelerde şiddet uyguluyorlardı. Bazı bölgeler, belli dönemlerde barış ve sükûnet içinde
yaşadıysa da, son derece şiddetli çatışmalara sahne olanlar da olmuştu” (Harari, 2015: 71-72).



1a. “Zarzian Kültürü”: Zağros Mağaralarında Av, Toplayıcılık ve Kültürlerarası Alış-veriş  

Zağros’ta yiyecek üretiminin başlangıcına kadarki geçiş dönemi (“Mezolitik” ya da “Epipaleolitik”:
MÖ. 15000 – 9500), İran-Irak sınırında konumlanan Zarzi Mağarası’ndan hareketle 
Zarzian Kültürüolarak adlandırılır. Zarzian dönemi avcı barınaklarının bir kısmı
 (Warwasi, Palegawra, Pa Sangar),
özellikle yaz aylarında kısa süreliğine işgal edilen sığınaklardır. Bunların hemen aşağısında uzanan
vadilerde (ceylan, yaban eşeği) ya da kayalık arazide (keçi, koyun) avlanan hayvanlar herhalde adı
geçen kaya sığınaklarına getirilip parçalanıyor ve pay ediliyordu. Avcılar, havanın çok soğuk ve kuru
olduğu bu devirlerde Zağros’un daha yüksek bölgelerinde otlanan hayvanları avlamak için “yaz”ı
bekliyor ve 1-2 ay boyunca kaya sığınaklarında ikamet edip bolca avlanıyorlardı. Orta Zağros’taki Mar Gurgalan Sarab ile Kuzey Zağros’taki Şanidar Mağarası ise, 1-2 aydan daha uzun süre işgal edilen barınaklardı. Sonuçta, Zarzian kampları, mevsim koşullarına göre vadiler, bayırlar ve dağlar arasında sürekli yer değiştiren, uygun gördükleri yerlerde birkaç hafta ya da birkaç ay konaklayan, dolayısıylamobil/hareketli bir yaşam süren avcı-toplayıcıların eseriydi. Zarzian insanı, (hayatta kalmak için) doğanın sunduğu kaynakların tamamını sonuna kadar kullanmak zorundaydı. Zarzian toplumu bu yüzden büyük memeliler kadar tavşan gibi küçükleri de avlamış; tatlı-sularda bulduğu yumuşakçalar, kabuklular (kerevit, karides, kril), balıklarla beslenmiş ve bol miktarda kara salyangozu tüketmiştir
(Olszewski, 2012: 5-6).



Bu toplumun yakın çevrenin doğal kaynaklarıyla yetinmediği ve uzak coğrafyalarda yaşayan avcı-
toplayıcılarla temas halinde olduğu özellikle belirtilmelidir. Zağros mağaraları ve kaya sığınaklarında
keşfedilen deniz kabukları (herhalde süslenme amaçlı kullanılıyorlardı), Zarzian toplumu ile Akdeniz
ya da Basra Körfezi kıyılarında yaşayan gruplar arasındaki alış-verişin kanıtı olarak gösterilebilir
(Olszewski, 2012: 7). Zağros’un avcı-toplayıcı kamplarında bulunan obsidyen ve malakit (yeşil bakır
cevheri) örnekleri de Güneydoğu Anadolu kökenli olmalıdır (Peasnall, 2003: 202). Bu verilerden de

anlaşıldığı üzere, Yakın Doğu’nun avcı-toplayıcıları arasında iletişim ve alış-veriş vardır. Nesne alış-
verişi, birden çok avcı-toplayıcı grubunun işbirliğini gerektirir. Her grup yiyecek peşinde koşarken
diğerleriyle de temas eder, onlardan mekân ve fauna-florayla ilgili bilgi alır. Sabit yerleşimlerin henüz
mevcut olmadığı bu dönemlerde geliştirilen kültürel ilişkiler yerleşik yaşama geçişten sonra da devam edecek; evcil hayvanlar ve bitkiler Bereketli Hilal’in bütününde yaygınlaşırken, çiftçi-otlatıcı kültürün geniş bir coğrafyada etkili olduğu ve birbirine benzeyen köylerin kurulduğu görülecektir.



Nesne/bilgi alış-verişi, Orta-Doğulu avcılara ve yakın dönemlere özgü bir olgu değildir. Avrupa ve
Uzak-Asya avcıları da on-binlerce yıl önce kabuk ve obsidyen gibi nadir malları birbirlerine geçirmiş; takas ilk bakışta kısa mesafeli olsa da, sürece birden çok toplum katıldığı için, herhangi bir objenin değiş-tokuşlar yoluyla yüzlerce kilometre uzağa taşınması mümkün olabilmiştir:


   “Avrupa’da yer alan 30 bin yıllık Sapiens yerleşimlerini inceleyen arkeologlar, zaman zaman
Akdeniz ve Atlantik kıyısından gelmiş deniz kabukları buldular. Muhtemelen bu deniz kabukları, farklı
Sapiens grupları arasındaki uzun mesafeli ticaret sonucu gelmişti kıtanın içlerine. Neandertal
yerleşimlerindeyse bu tür bir ticaretin kanıtları yoktu. Her grup kendi aletlerini yerel malzemeden
yapıyordu. Diğer bir örnek de Güney Pasifik’ten: [Günümüzden 20 bin yıl önce] Yeni Gine’nin
kuzeyindeki Yeni İrlanda adasında yaşayan Sapiens grupları, obsidiyen adı verilen bir tür volkanik cam kullanarak çok güçlü ve keskin aletler yaparlardı. Normalde Yeni İrlanda’da obsidiyen yatakları yoktu. Laboratuar testleri burada kullanılan obsidiyenin, 400 kilometre uzaklıktaki Yeni Britanya adı verilen bir adadan geldiğini kanıtladı. Bu adalarda yaşayanların bir kısmı, adalar arasındaki uzun mesafelere rağmen ticaret yapabilen yetenekli denizciler olmalıydılar. … Eğer arkaik Sapiens obsidiyen ve deniz kabuğu ticareti yaptıysa, mantıken, kendi aralarında bilgi de paylaştıklarını ve bu şekilde Neandertaller ve diğer arkaik insan türlerinden daha yoğun ve geniş bir bilgi ağı oluşturduklarını öne sürebiliriz” (Harari, 2015: 47-48).


   Şekil 1: Zarzian Dönemi (MÖ 15000–9500) avcı-toplayıcı kampları, Orta ve Kuzey Zağros’un batı yamaçları boyunca sıralanmaktadır (Kaynak: Olszewski, 2012: 19)

   Zarzian kamplarının yakınlarında avlanan toynaklılar, yükseklik farkları ve habitatın değişkenliği
nedeniyle çeşitlilik arz etmektedir. Örneğin Palegawra ve Warwasi’de yoğun olarak tüketilen hayvan
yaban eşeğidir. Onların biraz kuzeyinde, Zarzi Mağarası civarında ceylan, koyun ve keçi avlanırken;
Zağros’un en kuzeyindeki Şanidar Mağarası dolaylarında yaşayan türler kızıl geyik, koyun ve keçidir.
Zağros kadar kalabalık bir insan nüfusuna sahip olmayan Hazar kıyılarında özellikle fok ve ceylan
tüketilir; burada, Zağros’taki yoğunlukla karşılaştırılamasa bile, az miktarda keçi ve koyun avlamak da mümkündür. Ancak bu söylenenler Zarzian toplumunun et-bazlı beslendiğine yorulmamalıdır. Kemik kalıntıları nedeniyle et tüketimi daha görünür olabilir ama Şanidar Mağarası’nda bulunan insan iskeletlerine uygulanan karbon izotop analizleri sayesinde, Zağroslu avcı-toplayıcıların Zarzian

döneminin sonuna doğru büyük oranda (%90) bitkisel gıdalarla, özellikle de tohumlu, kabuklu ve
yumrulu bitkilerle beslendiklerini biliyoruz (Peasnall, 2003: 201).


 “Popüler avcı insan imgesi bir yana, toplayıcılık Sapiens’in ilk faaliyetiydi ve hem tüketilen kalorinin büyük bölümünü, hem de çakmaktaşı, ahşap ve bambu gibi hammaddeleri sağlardı. Sapiens sadece hammadde ve gıda için toplayıcılık yapmıyor, aynı zamanda bilgi de topluyordu. İnsanların hayatta kalabilmek için bölgelerinin detaylı haritalarını akıllarında tutmaları gerekiyordu. Günlük gıda arama etkinliğini en üst düzeye çıkarmak için, tüm hayvanların alışkanlıklarını ve tüm bitkilerin büyüme biçimlerini bilmeleri gerekiyordu. Hangi gıdaların besleyici olduğunu, hangilerinin hasta ettiğini ve diğerlerinin de nasıl ilaç olarak kullanılacağını bilmeleri gerekiyordu” (Harari, 2015: 60).


Palegawra Mağarası ile Warwasi kaya sığınağı günümüzde Irak-İran sınır boyunda konumlanırlar.
Siyasi olarak ilki Irak, ikincisi İran toprağı sayılsa bile, yakın mesafedeki bu iki Zarzian barınağı pek
çok açıdan birbirine benzemektedir. Örneğin ikisinde de hâkim bitki örtüsü kuru ya da yarı-kurak
habitatlarda yetişen kısa boylu otsu (buğdaygiller) ve sert-otsu (yavşan) bitkilerdir. Otsu bitkiler, hem
toynaklı memeliler hem de (tohumları nedeniyle) insanlar için temel besin kaynakları arasında yer alır. Bu iki avcı-toplayıcı kampına ev sahipliği yapan Orta Zağros’ta yaban eşeği popülasyonunun (yoğunavlanma faaliyetlerine karşın) MÖ. 12000 – 10000 arasında sabit kalmasının nedeni de bozkır bitkiörtüsünün istikrarıdır. Palegawra Mağarası’nı mesken edinen avcılar, bu süre boyunca sırasıyla Asyayaban eşeği, kızıl geyik, koyun, keçi, ceylan, yaban domuzu ve sığır avlamışlardır. İki barınaktan derlenen kemik örneklerinin yaş dağılımına bakılırsa, Orta Zağroslu avcılar, çok yaşlı bireyleri ve yavruları öldürmekten kaçınarak genç yetişkinleri avlamaya odaklanmışlardır. Bunu mümkün kılan faktör barınakların konumudur. Avcı barınakları genellikle sürülerin çok iyi gözlenebildiği mevkilere kurulduğundan, buralarda ikamet edenler hayvanların ve tabii Asya yaban eşeğinin mevsimsel davranışları ve toplanma zamanları üzerine bolca bilgiye sahiptirler. Bu tip gözlemlerin “seçici avlanma” pratiklerini güçlendirmesi kaçınılmazdır. Arkeolojik veriler, toynaklı hayvanlarının dağ- arası vadilerde avlanıp orada parçalandığını, yukarıdaki barınaklara hayvanların bütününün değil bazı parçalarının getirildiğini ortaya koymaktadır (Bakken, 2000: 12-13, 16). İnsanoğlu Zarzian döneminde henüz hayvan evcilleştirmeyi başaramamış olabilir; ancak hayvanları yakından tanıma fırsatı bulduğu bu 
geçiş döneminde akılcı avlanma stratejileri uygulamasından da anlaşıldığı üzere, “toynaklıları yönetme ve yönlendirme” yeteneği kazanmaya çok yaklaşmıştır.

 Deniz seviyesinden 1300 m. yüksekteki Warwasi, avcı-toplayıcı grupların MÖ. 40000-10000
arasında zaman zaman işgal ettikleri gözde bir kaya sığınağı idi. 990 m. rakımlı Palegawra Mağarası
ise, yiyecek üretimine geçişten hemen önce MÖ. 12000-10000 arasında iskan edilmişti (Bakken, 2000: 12). Zarzi Mağarası, diğerlerine nazaran alçak rakımlıdır (760 m). Günümüzde Zarzi çevresinde bol miktarda bodur meşe ve şamfıstığı bulunur ki bu ikisi Toros-Zağros Kavisi boyunca en fazla rastlanan ağaç türleridir. Ancak mağaranın avcı-toplayıcıları barındırdığı MÖ 17000-12000 arasında iklimin bugünkünden çok daha kuru ve soğuk olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. Mağarada keşfedilen hayvan kemikleri o kadar azdır ki bu durum Zarzi’nin bir kesim istasyonu değil, güz aylarında birkaç günlüğüne kalınan bir 
soluklanma merkezi oluşuna yorulmuştur. Bölgede en fazla tüketilen hayvan ceylandır; koyun ve keçi avlamak içinse yükseklere, mağara yakınlarındaki yaylalara çıkmak gerekir (Peanall, 2003b: 211).

1b. “Genç Dryas” (MÖ. 10800-9500) Boyunca Kuzey Zağros Fauna-Florası ve Avcı Kampları

Deniz seviyesinden 747 m. yüksekteki (bugün Irak’ın en kuzeyinde, ülkenin hem Türkiye hem İran
sınırına yakın bir bölgededir) Şanidar Mağarası, Zağros’ta keşfedilen avcı-toplayıcı barınakları
arasında en çok ilgi gören mekânlardan biridir. Mağaranın Holosen’den on-binlerce yıl önce de avcı
kampı olduğu bilinmektedir. Kısa vadeli mevsim koşullarına ve küresel iklim değişikliklerine bağlı
olarak kah insanla dolan kah terk edilen kampın MÖ. 10500’lerdeki sakinleri, Yakın Doğu’nun başka
bölgelerindeki avcılarla iletişim içindedirler: Burada, Anadolu kökenli obsidyen, malakit ve bitüm
(asfalt) objeler keşfedilmiştir. Onun 4 km güneydoğusunda, yine aynı dönemlerde ikamet edilen bir
açık-hava kampı daha (Zawi-Çemi-Şanidar) vardır. Rakımı 425 m. olan kampta %60 oranında yabani koyun tüketilmiştir. Keçi kemiklerinin azlığı, herhalde iki türün farklı yüksekliklerde otlanmalarından kaynaklanmaktadır: Mağara, açık-hava kampından 322 metre yüksekte olup yabani keçilerin yaşam alanlarına daha yakındır (Matthews vd., 2013a, s.17-18) 

 Şanidar mağarası ve açık-hava kampının bulunduğu mevkii, günümüzde meşe dışında ağaç
barındırmayan ormanlık bir alandır. Bitki örtüsüne bağlı olarak, bölgede koyun ve keçi dışında, hem
çok büyük (ayı) hem orta cüsseli (kızıl geyik) hayvanlar avlanabilmiştir. Zawi-Çemi, kuruluş itibariyle
   “mevsimlik” (yılın tamamında iskan edilmeyen) bir yerleşim olsa da, MÖ. 8000 civarında (Güneydoğu Anadolu’nun erken yerleşimleri ile birlikte) koyunun ilk evcilleştirildiği ve et ihtiyacının av yerine otlatıcılıktan sağlanmaya başladığı merkezlerden biridir. Şanidar Vadisi tahıl üretimine geçiş için de uygun koşullara sahiptir. Toros-Zağros Kavisi’nin doğu ucunu oluşturan bölgenin yabani buğday-arpa habitatının doğal bir parçası olmasına ve (Palinoloji, yani polen bilimi analizlerinin işaret ettiği üzere) buğdaygillere ait polenlerin Şanidar mağarası civarında ani bir artış göstermesine bakılırsa, bölge sakinleri MÖ. 10000’den de önce tahıl habitatına müdahale ederek onu genişletmiş, hatta belki kendi açtıkları arazilerde tahıl ekimine başlamışlardır. Mağara içinde keşfedilen hububat saklama çukurları,el değirmenleri, havanlar, üzerinde tohum öğütülen taş bloklar, yiyecek taşıma-saklama amaçlı olarak yapıldığı düşünülen sepetlerin bırakacağı türden izler, Şanidar mağarasında ikamet eden topluluğun bol miktarda tahıl tükettiği varsayımını güçlendirmektedir. Eğer öyleyse, tüketilen tahıllar morfolojik açıdan evcil değil yabani olmalılar. Mağarada bulunan aletlerin niteliği, sayısı ve çeşitliliği “yoğun hububat tüketiminin delili” olarak değerlendirilebilirse de, alanda tahıl örneklerine rastlanmamış olması, arkeologlar açısından büyük hayal kırıklığı yaratmaktadır. Ancak eldeki verilerin tamamı uç-uca eklendiğinde, Şanidar kültürünün avcı-toplayıcılıktan yiyecek üretimine geçiş sürecinde bir “ara evre”yi temsil ettiği kolaylıkla öne sürülebilir
 (Maisels, 2005: 91-92).

Aralarındaki kısa mesafe ve yükseklik farkı dikkate alındığında, Zawi-Çemi Şanidar yerleşimi ile
Şanidar mağarasının aynı topluluk tarafından farklı mevsimlerde iskân edilmiş olması mümkündür.
Yakınlarda bol miktarda bulunan pınarlara bakılırsa, bu toplum su sıkıntısı çekmemiş, iki kamp yeri
arasındaki doğal kaynakların tamamına kolayca ulaşabilmiştir. Zawi-Çemi Şanidar’ı kuran avcılar,
yerleşime herhalde bahar sonunda geliyor, yazı orada geçirip soğuk kış günleri başladığında köyü terk ediyorlardı. Bunların kışın daha korunaklı bir yerde, Şanidar Mağarası’nda değilse bile başka bir
mağara ya da kaya sığınağında ikamet ediyor olmaları kuvvetle muhtemeldir. Bu insanların Şanidar
Vadisi’nde yaşayan her çeşit bitki ve hayvandan (koyun, keçi, yaban domuzu, alageyik, karaca, kızıl
geyik, köpekgiller, İran tilkisi, Suriye ayısı, sansar, kunduz, küçük kemirgenler, tatlı-su istiridyesi, fok, kara kaplumbağası) sonuna kadar yararlandıkları saptanmıştır. En çok avlanan hayvanlar, koyun ve kızıl geyiktir. Zawi-Çemi Şanidar sakinleri yarı-yerleşik bir yaşam biçimi sürdürüyorlarsa da, henüz 
hiyerarşik bir toplumsal örgütlenmeden uzaktırlar. Kuşkusuz bunun temel nedeni, karmaşık topluma özgü “yiyecek depolama” mekanizmasının gelişmemiş olmasıdır 
(Peasnall, 2003: 202, 212, 214).  

Şanidar’ın 200 km güneydoğusunda MÖ. 10. binyıla tarihlenen bir avcı-toplayıcı yerleşimi (Kerim
Şehir) daha vardır. Şanidar’da olduğu gibi, burada da az sayıda obsidyen objeye rastlanmıştır. Kerim
Şehir’de tüketilen yabani hayvanların %47’si keçi-koyundur. Kamp sakinleri, bunlar dışında, domuz,
geyik, ceylan ve sığır avlamış; ayrıca kabuklu yumuşakçalar ve kara salyangozları ile beslenmişlerdir.
Buna göre, avcılar yaşadıkları mekânın bütün doğal kaynaklarından yararlanmış; yiyecek bulmak için
Zağros ormanlarında, bozkırlarında ve nehir vadilerinde gezinmişlerdir (Matthews vd., 2013a: 18)
 

 2. Holosen Çağı Başlarında (MÖ. 9500-7500) Zağros’ta kurulan İlk Kalıcı Yerleşimler

Batı İran’da Şanidar Mağarası, Zawi-Çemi-Şanidar ve Kerim Şehir gibi avcı-toplayıcı kampları MÖ.
10500-10000’e tarihlenirler. Bunlardan aşağı yukarı 500 yıl sonra (10. binyıl ortalarında) kurulan
daha güneydeki Şeyh-i Abad ise, İran’ın ilk gerçek neolitik yerleşimi sayılır: Burası, mevsim değiştikçe terk edilen bir kamp yeri değil, (Güneydoğu Anadolu’daki Hallan Çemi gibi) sürekli ikametgâh olarak kullanılan bir 
köydür. Kuzey-Orta Zağros’taki Dinavar Ovası’nda (bugünkü Kirmanşah vilayetinde) konumlanan köyün denizden yüksekliği 1430 m.’dir. Ancak yerleşimin üzerine oturduğu bereketli ova, 3000 m.’lik dağlarla çevrilidir. Şeyh-i Abad (MÖ. 10100-7600) ve onun 90 km. güneybatısındaki Jani (yükseklik: 1280 m., dönem: MÖ. 8100-6400), bugüne dek Batı İran’da keşfedilen neolitik köyler içinde tarımsal üretime geçiş sürecindeki ilk höyüklerdir. Bu iki yerleşimin ahalisi genel itibariyle hala avcı- toplayıcı olup yakınlarda bol bulunan yabani bitkilerle (mercimek, şamfıstığı, badem) beslenir. Bunların civardaki toynaklılarla kurdukları ilişki de “avlanma ile evcilleştirme arasında bir evre”ye (sürüleri ihtiyaçlar doğrultusunda yönetme ve yönlendirme) denk düşmektedir 
 (Matthews vd., 2013a:19-24).
Jani gibi 1 hektarlık alana yayılan, ancak ondan daha eski olan Şeyh-i Abad’da çokça hayvan
dışkısına rastlanmıştır. Henüz tamamen evcilleştirilmemişlerse de, sürülerin yerleşim yakınlarında,
hatta bazılarının yerleşim içinde tutulmuş olması muhtemeldir, dışkı herhalde tezek haline getirilip
ısınmak için yakılıyordu (Matthews vd., 2013b: 30).


Holosen ile birlikte gelen sıcak hava dalgasının özellikle Levant ve Kuzey Mezopotamya’da yerleşik
tarım kültürü
ne geçişi kolaylaştırdığına/hızlandırdığına kuşku yoktur. Son zamanlarda yoğunlaşan
paleoklimatoloji çalışmaları (geçmiş dönemlerin iklim koşullarını araştıran bilim dalı) sayesinde, bu
iki bölgenin 10000 – 11000 yıl önce bugünkünden çok daha fazla yağış aldığını, daha sıcak ve nemli,

dolayısıyla kalıcı yerleşim kurmaya daha uygun olduğunu biliyoruz. Zağros ise, Holosen’in başlarında bile (Güneybatı Asya’nın diğer/alçak bölgelerine nazaran) soğuk ve kurudur. Bu argüman, Zağros’un 10000–8700 arasında hiçbir “sürekli/kalıcı” yerleşime ev sahipliği yapmamış olması ile doğrulanır. Yükseklerde yerleşiklik düzeyini etkileyen bir başka faktör bitki örtüsüdür. Hem avcı-toplayıcılar hem çiftçi-otlatıcılar için başlıca besin kaynaklarından olan şamfıstığı, kurak iklimde de yeşerdiği için, Holosen’in her evresinde Zağros peyzajı içinde tutunabilen bir bitkidir (Günümüzde de dünyanın en büyük şamfıstığı üreticisi İran’dır). Yakıt ve kereste olarak kullanılan, yemişi de insanlar ve hayvanlar tarafından tüketilen meşenin Zağros’taki yayılımı ise, Holosen’in başlarından ortalarına kadar büyük farklılık göstermektedir. Bunun temel nedeni, meşenin çok yağış isteyen bir tür olmasıdır. Polen analizlerine göre, MÖ. 10-9. binyıllarda Zağros’un %2-10 gibi sınırlı bir bölümünü kaplayan ağacın toplam bitki örtüsü içindeki payı MÖ. 4000’e kadar sürekli artmıştır. Yerleşikliğe geçişi kolaylaştıran bir başka unsur, buğdaygilleri de içeren otsu bitki örtüsündeki muazzam artıştır. Zağros çayırları, MÖ. 10000-8500 arasında 3’e katlanmıştır; bu durum, Orta Zağros bölgesinde Çoğa Golan (MÖ 9700), Doğu Chia Sabz, Tepe Asiab (ikisi de 8900), hemen sonra Ganj Dareh (8100-7500) ve Abdül-Hüseyin 7500- 6200) gibi yerleşimlerin kuruluşuna zemin hazırlamış olmalıdır 
(Matthews vd., 2013b: 26-29).

2a. Kuzey-Orta Zağros’ta Tahıl Habitatının Genişlemesi ve Yiyecek Üretimine Geçiş  


Zağros’ta avcı-toplayıcılıktan yiyecek üretimine geçişi izlememize olanak veren “erken neolitik”
(
Çanak-Çömleksiz Neolitik: MÖ. 10000-6500) yerleşimler, hepsi Kuzey-Orta Zağros’ta kurulan Şeyh-i Abad, Çoğa Golan, Doğu Chia Sabz, Tepe Asiab, Jani, Ganj Dareh, Abdül-Hüseyin ve Ali Koş’tur. Bu 8 yerleşimin beşi Orta Zağros’un yüksek bölümlerine kurulmuştur ama bölge hem yeterince yağmur almaktadır hem de akarsu yatakları sayesinde su sıkıntısı çekmemektedir. Örneğin Doğu Chia Sabz, Zağros’u yaşanır kılan bir dağ-arası vadisinde, vadiyi sulayan nehrin kıyısında konumlanır. Zağros’un batı yamaçlarında (deniz seviyesinden 485 m. yüksekte) kurulan tek yerleşim Çoğa Golan’dır. Ali Koş ise, bugünkü Huzistan vilayetinin Deh Luran Ovası’nda, İran’ın nadir düzlüklerinden birinde hayat bulmuştur. Çoğa Golan, MÖ. 9700-7600 arasında 2100 yıl boyunca iskân edildiği (önce avcı-toplayıcı sonra yiyecek üreten toplumları içinde barındırdığı) için, avcılıktan otlatıcılığa, toplayıcılıktan tohum ekimine ve yarı-yerleşiklikten tam-yerleşikliğe geçiş sürecini takip etmek açısından ideal bir örnektir


                    Şekil 2: Orta Zağros’ta kurulan proto-neolitik ve erken neolitik yerleşimler 
                                    (Kaynak: Weide, 2015: 111)

3 hektarlık bir alanı kapsayan Çoğa Golan yerleşiminde tüketilen hayvanlar, keçi-koyun, ceylan,
yaban domuzu, kızıl geyik, sığır, kaplumbağa, kirpi, kızıl tilki, Avrasya vaşağı, balık ve kuştur. Köyün ilk kurulduğu andan itibaren beslenme rejiminde önemli yer tutan bitkisel gıdalar ise, büyük taneli tahıllar, özellikle 
yabani arpa ile (ekmeklik ve makarnalık buğdayın atası) aegilopstur. Bu durum, Bereketli Hilal’in batısı kadar belirgin değilse bile, Genç Dryas bitip Holosen Çağı başlarken (MÖ. 10. binyıl) Zağros’ta yağmurların artması ve buğdaygillerin hâkim bitki örtüsüne dönüşmesiyle ilintilidir. Çoğa Golan’da bakliyat çeşitleri de (mercimek, dere baklası) mevcuttur ama genel olarak az miktarda tüketilmiştir. MÖ. 8000 civarında, yerleşimin 5.-4. katmanlarında, tahıl çeşitlerinin ve her bir çeşidin toplam içindeki oranının değiştiği görülür. Aegilops tüketimi azalmış; yabani arpa, beslenme rejimi içinde daha önemli hale gelmiş; küçük taneli tahılların sayısı artmıştır. Ayrıca, 5’ten 4. katmana geçilirken nitel bir değişim gerçekleşir: Yerleşimde daha fazla arpa tüketildiği gibi, arpa tohumları morfolojik/yapısal olarak yabani değil evcil özellikler sergilemeye başlamıştır. Şaşırtıcı nokta, hemen sonra (3-1. katmanlar: MÖ. 7900-7600) morfolojik açıdan evcil arpanın görünmez oluşudur. Ancak evcil arpada ısrarcı olunmaması, yiyecek üretimine geçişin sekteye uğradığı anlamına gelmemektedir. Zira 3. katmanda (7900-7800) sığır kemikleri artmış ve hayvan dışkıları yakıt olarak kullanılmıştır. Buradan hareketle, yerleşimde hayvan besiciliği yapıldığı öne sürülebilir. Çoğa Golan ahalisi, 2. katmanda da (7800-7700) evcil gernik buğdayı ekimine başlamıştır. Köyde, 7. binyıl boyunca Yakın Doğu beslenme rejiminin tepesine yerleşecek olan tahıl ve bakliyat dışında, kabuklu yemiş ve taze meyve de tüketilmiştir. Şamfıstığı ve badem, o günlerden beri Toros-Zağros Kavisi’nin önemli besin kaynakları olmayı sürdürmektedir. Yarı-kurak iklimde yetişen bu ağaçlara, nehir yakınlarında boy veren söğütgiller ve ılgın da eklenmelidir. Öte yandan, Çoğa Golan sakinleri meyvesini yedikleri ve yemedikleri bütün ağaçlardan kereste olarak da faydalanmışlardır (Riehl vd., 2015: 12-18). 


 2b. Tahıl Ekimi ile Hayvan Besiciliğinin Batı İran Boyunca Yaygınlaşması (MÖ. 8. Binyıl)

Çoğa Golan bulguları bize çok şey söylüyor. 1- Kuzey Bereketli Hilal’de (Güneydoğu Anadolu’da ve
kısmen Kuzey Suriye’de) MÖ. 11. binyılda başlayan “bitki ve hayvan yönetimi” 9. binyıl boyunca
 
morfolojik manada ilk evcil tohumların ve evcil keçi-koyunun ortaya çıkışıyla tamamlanmış, yiyecek
üretimine doğru ilk büyük adım atılmıştır. Bu devrim, Batı ve Doğu Bereketli Hilal’de (Levant ve Batı İran’da) yaşayan toplumlar eliyle genişleyecek; 9. binyıl sonu – 8. binyıl başında Bereketli Hilal’in tamamına yayılan erken neolitik köyler, evcil tahıl/bakliyat ekimine ve toynaklı otlatıcılığına dayalı yeni geçim ekonomisinin taşıyıcısı olacaklardır. Ancak bu köylerde ekilen tohumların yabani mi evcil mi olduklarını tayin etmek zordur. Yakın Doğu’nun ilk yerleşikleri, 8000 civarında evcil tahıl ekimi yaparken doğadan topladıkları tohumları tüketmeyi sürdürmüşlerdir. Yerleşimin 4. katmanında evcil forma bürünen arpa tohumunun 3. katmanda kaybolmasının nedeni de ekim için seçilen tohumların azalması ve yabani tohumların tedricen onların yerini alması olabilir. İkinci bir olasılık, evcil arpa tohumlarının kültürel karşılaşmalar yoluyla başka yerden getirtilmesi, bunlar kısa bir süre ekildiyse de toplayıcılıktan gelen tohumların yeniden ön plana geçmesidir. Yerleşimde, sayıları az olmakla birlikte, obsidyen objelere rastlanmıştır ki bu değerli maddenin Zağros’a dışarıdan (büyük olasılıklaAnadolu’dan) geldiği düşünülmektedir.

 Obsidyeni dışarıdan getirten bir köyün evcil tahıl tohumları
için de aynı yolu izlemesi şaşırtıcı olmazdı. 2- Her halükârda, Çoğa Golan ahalisi 2. katmanda evcil
gernik buğdayı ekimi yaparak yeni geçim stratejilerine uyum sağladığını göstermiştir. 3- Morfolojik
açıdan evcil hayvanlar, evcil bitkilerden birkaç yüzyıl sonraya aittirler. Çoğa Golan’da evcilleşme
sürecindeki tür, Zağros coğrafyası için tipik olan keçi ya da koyun değil sığırdır. Evcil arpa ve gernik
tohumları yerleşime dışarıdan gelmiş olsa da, Güneydoğu Anadolu’da bile keçi-koyun ve domuzdan
sonra evcilleştirilebilen sığır gibi iri cüsseli bir hayvanın Orta Zağros’ta evcilleştirilmeye çalışılması,
“neolitik devrim”in (
yiyecek üretimi devriminin) karmaşıklığına ve tek bir merkeze indirgenemez
oluşuna delalettir. Kültürel etkileşimler, iklim ve bitki örtüsünde meydana gelen değişimler… Hangi
faktörün daha etkili olduğu katiyetle ortaya konamasa da, Orta Zağros yerleşimlerinin birkaç yüzyıl
arayla Kuzey Bereketli Hilal’deki dönüşüme “pasif değil aktif biçimde” ayak uydurduğu açıktır.
 

Orta Zağros’ta MÖ. 9. binyıl başlarında kurulan Doğu Chia Sabz yerleşimi, neolitikleşme (yiyecek
üretimine geçiş) macerasında yeni bir evreyi temsil eder, zira burası 9. binyıl sonlarında İran’da
“kavuzlu buğday” (
triticum spelta) ekimi yapılan ilk neolitik merkezdir (Matthews vd., 2013a: 24).
Denizden yüksekliği yalnızca 362 metre olan Chia Sabz’ın coğrafi koşulları, yabani tahıldan evcil tahıla geçiş için son derece uygundur. Burada keşfedilen kavuzlu buğday tohumları MÖ 8100 gibi erken bir döneme tarihlendikleri halde morfolojik açıdan değişmeye başlamışlardır: Türün yabani özelliklerini yitirerek evcilleşmek üzere olduğu açıkça görülmektedir (Darabi, 2012: 107).
  

Orta Zağros’taki daha olgun neolitik yerleşimler MÖ. 8. binyıla tarihlenirler. Bunların en eskisi Ganj
Dareh, keçinin ilk evcilleştirildiği merkezlerden biridir. Yerleşim denizden 1400 metre yüksekte
kurulduğu için kışlar son derece sert geçmektedir; Toprağın kışın kar altında kalmasından dolayı,
hayvanların otlak ihtiyacını karşılayabilmenin tek yolu onları alçak bölgelere sürmektir. Amerikalı
antropolog F. Hole’a göre, Batı ve Kuzey Bereketli Hilal’de serpilen tarım kültürünün Orta Zağros’a
girişi pek geç olmuştur (Hole, 2011: 3). Hatta Hole, 1999 tarihli bir eserinde, İran neolitiğinin Levant’ı 2 binyıl geriden izlediğini ve Ganj Dareh gibi köylerin batıdan doğuya nüfus hareketleri ile hayat bulduğunu iddia eder. Argümanın en büyük eksiği, Levant’tan Batı İran’a göçün kanıtı olabilecek 
ortak bir maddi kültürün saptanamamasıdır. Ayrıca eldeki veriler İran neolitiğinin avcı-toplayıcılıktan çiftçiotlatıcılığa tedrici (uzun soluklu) bir geçişin ürünü olduğunu göstermektedir, ortada bu neolitik kültürün başka yerden taşındığına ve Zağroslu avcı-toplayıcıların hayvan-bitki evcilleştirmeyi (içsel bir evrim geçirmeksizin) başkalarından öğrendiklerine dair tatmin edici delil bulunmamaktadır (Darabi vd., 2011, s. 263).  

Sonuç

Bereketli Hilal’de yiyecek üretiminin doğuşu ve yayılımı incelenirken kaçınılması gereken nokta,
İran neolitiğinin hiçbir dış etkiye maruz kalmaksızın tamamen kendi özgün koşulları içinde geliştiğini
ya da yalnızca Levant + Güneydoğu Anadolu kaynaklı tarım kültürünün taklidi olduğunu öne sürerek
iki uç önermeden birinde karar kılmaktır. 1- Zağros yerleşimlerinde hem batı hem de doğu kökenli
mallar/hammaddeler keşfedilmiştir. Eğer bir bölge yabancı obje girişine açıksa, komşu kültürlerin
etkisine de açıktır. 2- Öte yandan, özellikle keçi-koyun otlatıcılığı açısından Toros-Zağros köylerinin
neolitikte merkezi bir role sahip oldukları hatırdan çıkarılmamalıdır. Keçi ve koyun, bu kavisin yerli
hayvanlarıdır. Orada yaşayan avcı-toplayıcılar, otlatıcılığa geçmeden önce de bu hayvanların davranış
kalıplarını iyi biliyorlardı. Bereketli Hilal’in bir bölgesinde başlayan tahıl tarımı nasıl çok geçmeden
diğer bölgelere sirayet ettiyse, besiciliğin de bazı yerleşimlerde gelişerek komşu toplumlar tarafından
benimsenmesi ve yalnız tahıl üreten köylere yeni geçim kaynağı olarak eklemlenmesi kaçınılmazdır.
Öyleyse, B. Hilal neolitiğinin ortaya çıkışında Güneydoğu Anadolu, Batı İran ve Levant toplumlarının
  her biri farklı roller üstlenmiş, bu sayede gelişen çiftçilik ve otlatıcılık ortak bir kültür haline gelip bu coğrafyaların hepsinde farklı derecelerde uygulanma olanağı bulmuştur. Böyle bakıldığında, neolitiği takip eden Bakır Çağı’nda “devlet-öncesi karmaşık toplum”un, Bronz Çağı’nda da (yoğun ticaret ilişkilerine bağlı olarak) “devletli-yazılı uygar toplum”un Bereketli Hilal’in tamamının (ve zamanla onlara katılan Güney Mezopotamya’nın) ortak katkılarıyla şekillendiği kabul edilmelidir.

Batı İran yiyecek üretimi, birbiriyle bağlantılı pek çok faktörün sonucu olarak hayat bulmuştur.
Bunların ilki, Genç Dryas bitip Holosen Çağı başlarken (MÖ. 9500) Yakın Doğu ikliminde meydana
gelen belirgin değişimlerdir: Bu devirde, kuru ve soğuk hava Bereketli Hilal’i terk ederken, yerine gelen
yağmurlu/ılıman hava buğdaygiller habitatını genişletmiş; Levant ve Toros-Zağros’u kaplayan yeni
bitki örtüsü de hayvanların ve insanların beslenme rejiminde köklü değişimler yaratmıştır. Topladığı
tohumları işlemek amacıyla onları geçici olarak ikamet ettiği kamplara götüren insanoğlu, farkında
olmadan tohumları çevreye saçmış ve buğdaygillerin yayılımını kolaylaştırmış olmalıdır. Bu, av
hayvanlarının da aynı bölgelerde yoğunlaşması anlamına gelir. Tahılın yaşam alanını genişleten
toplulukların tohumları daha sonraları kendi arzularıyla farklı bölgelere taşımaları, hatta bunların
içinden en iyi tekleri seçerek büyümeleri için en uygun ortamı yaratmaya çalışmaları kolaylaşacaktır.
Zağros’un Batı ve Kuzey Bereketli Hilal’den eksiği, ılıman ve yağışlı iklimin oraya diğerlerinden 1000- 1500 yıl geç ulaşmasıdır. Ayrıca, Sapiens’in Afrika-Asya göç güzergâhından da anlaşılabileceği gibi, Bereketli Hilal’de insan nüfusunun en yoğun olduğu yerler, Levant ve Kuzey Mezopotamya’dır (bu gerçeği görmek için Bereketli Hilal’in erken yerleşimlerinin ilkin nerelerde kurulduğuna bakmakyeterlidir).
 Zağros toplumu ancak dağ eteklerinde ve vadilerde barınabildiğinden, Batı İran nüfusu aynı yoğunluğa hemen ulaşamamıştır. İran’ın ikinci iskân merkezi olan Hazar kıyılarının nüfusu daha da azdır. Öyle ki benzer bir fauna-floraya sahip olduğu halde Hazar-Elburz neolitiği Zağros’takinden çok sonra gelişebilmiştir. Demek ki Elburzluların iki eksiği, a) Batı İran kadar kalabalık olmamaları, b) Güneydoğu Anadolu ile Levant’tan uzaklıklarıdır. Bu hal, iklimi daha ılıman, nüfusu daha yoğun,
evcilleştirilebilir bitki-hayvan toplulukları da bol/çeşitli olan Güneydoğu Anadolu ile Levant’ın niçin
öncelikli merkezler olduklarını açıklar. Ama Zağros her şeye karşın “pasif alıcı” olarak görülmemelidir. Bölge, Anadolu’dan getirttiği obsidyen ve malakiti nasıl kendi bilgisi-becerisi ile işlemişse, Güneydoğu Anadolu kadar Zağros’ta da bulunan yabani keçiler ve yabani buğdayla kurduğu ilişkiyi yine kendi görgüsüyle “evcilleştirme” yönünde dönüştürmüş olabilir. Kültürel etkileşimler, alış-verişler ve bilgi aktarımları kuşkusuz hızlandırıcıdır ama Zağrosluların avcı-toplayıcılıkta edindikleri deneyimlerin de Zağros neolitiğinin oluşumunda büyük payı vardır.
  


Kaynaklar

BAKKEN,D. (2000), Hunting Strategies of Late Pleistocene Zarzian Populations from Palegawra
Cave, Iraq and Warwasi Rock Shelter, Iran. M. Mashkour vd. (Eds.), Archaeozoology of the Near East IV A: Proceedings of the Fourth International Symposium on the Archaeozoology of Southwestern Asiaand Adjacent Areas (s.11-17). Groningen: ARC – Groningen Institute for Archaeology.
DARABI, H. (2012), Towards Reassessing the Neolithisation Process in Western Iran, Documenta
Praehistorica, XXXIX, s.103-110.

DARABI, H., NASERI, R., YOUNG, R. & FAZELI H. N. (2011)
, The Absolute Chronology of East ChiaSabz: A Pre-Pottery Neolithic Site in Western Iran, Documenta Praehistorica, XXXVIII, s.255-265.

HARARI, Y. N. (2015), Hayvanlardan Tanrılara Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi, Çeviren:
Ertuğrul Genç, İstanbul: Kolektif Kitap.
HOLE, F. (2011), Interactions between Western Iran and Mesopotamia from the 9th-4th Millennia
B.C., Iranian Journal of Archaeological Studies, 1 (1), s.1-14.
MAISELS, C. K. (2005),The emergence of civilization: From hunting and gathering to agriculture,
cities, and the state in the Near East, London: Routledge / Taylor & Francis e-Library.
MASHKOUR, M., CHAHOUD, J. & MAHFOROUZI, A. (2010), Faunal remains from the Epipaleolithicsite of Komishan Cave and its dating, preliminary results, Iranian Archaeology, 1 (1), s.32-37.

MATTHEWS, R., MOHAMMADIFAR, Y., MATTHEWS, W. & MOTARJEM, A.(2013a), Investigating theNeolithisation of Society in the Central Zagros of Western Iran. Roger Matthews ve Hassan Fazeli Nashli(eds.), The Neolithisation of Iran (s.14-34), Oxford: Oxbow Books.  

MATTHEWS, W., MOHAMMADIFAR, Y., MOTARJEM, A., ILKHANI, H., SHILLITO, L.-M. & MATTHEWS, R. (2013b), Issues in the Study of Palaeoclimate and Palaeoenvironment in the Early Holocene of the Central Zagros, Iran, International Journal of Archaeology, 1 (2), s.26-33. 

OLSZEWSKI, D. I. (2012), The Zarzian in the Context of the Epipaleolithic Middle East, The
International Journal of Humanities, 19 (3), s.1-20.


OTTE, M., SHIDRANG, S., ZWYNS, N. & FLAS, D. (2011), New radiocarbon dates for the Zagros Aurignacian from Yafteh cave, Iran, Journal of Human Evolution, 61 (3), s.340-346 

 PEASNALL, B. L. (2003), Iranian Mesolithic (Iranian Epipaleolithic), Peter N. Peregrine ve Melvin
Ember (Eds.), Encyclopedia of Prehistory, Volume 8: South and Southwest Asia (s.198-214), New York: Springer.

   RIEHL, S., ASOUTI, E., KARAKAYA, D., STARKOVICH, B. M., ZEIDI, M. & CONARD N. J. (2015), Resilience at the Transition to Agriculture: The Long-Term Landscape and Resource Development at the Aceramic Neolithic site of Chogha Golan (Iran), BioMed Research International, s.1-22. 

   SARIANIDI, V. (1999), Food-producing and other Neolithic communities in Khorasan and
Transoxania: Eastern Iran, Soviet Central Asia and Afghanistan. A. H. Dani & V. M. Masson (Eds.), 
History of Civilizations of Central Asia – Volume I: The Dawn of Civilization – Earliest Times to 700 B.C. (s.109- 126), Delhi: Motilal Banarsidass Publishers 


   WEIDE, A., RIEHL, S., ZEIDI, M. & CONARD, N. J. (2015), Using new morphological criteria to identify domesticated emmer wheat at the aceramic Neolithic site of Chogha Golan (Iran), Journal of Archaeological Science, 57, s.109-118. 

   BATI İRAN’DA AVCI-TOPLAYICILIKTAN YİYECEK
ÜRETİMİNE GEÇİŞ: İKLİM, FAUNA-FLORA, NÜFUS
YOĞUNLUĞU VE KÜLTÜREL TEMAS (MÖ. 15000 – 7500)
ÜRETİMİNE GEÇİŞ: İKLİM, FAUNA-FLORA, NÜFUSYOĞUNLUĞU VE KÜLTÜREL TEMAS (MÖ. 15000 – 7500)Yrd. Doç. Dr. İzzet Çıvgın 

Domuztepe'de okçu figürlü seramik parçası ve ok uçları bulundu

Domuztepe'de okçu figürlü seramik parçası ve ok uçları bulundu

Domuztepe Höyüğünde boyalı seramik kapların üzerinde okçu figürlü resim ve çok sayıda okucu buunması Kazı Başkanı Doç. Dr. Halil Tekin tarafından, ok ve okçuluğun Kahramanmaraş'ta çok eski olgu olduğuna yorumlanıyor. Asurluların Maraş'a ok atılan alan ya da okun oğlu anlamında Markasi adını vermesi de bu teze dayanak olarak gösteriliyor.
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Halil Tekin tarafından 2013'te Kahramanmaraş Müze Müdürlüğü koordinesinde başlatılan, 2015'ten bu yana da Bakanlar Kurulu kararıyla yürütülen kazı çalışmaları ile süren kazılarda şu ana dek 9 bin önceye dek uzanan bulgulara rastlandı.
Kahramanmaraş'ın Türkoğlu ilçesine bağlı Kelibişler Mahallesi yakınlarındaki Domuztepe Höyüğü'nde sürdürülen arkeolojik kazı çalışmalarında, boyalı sermaik kapların üzerinde okçu figürlü resim ve çok sayıda okucu bulundu.
Doç. Dr. Halil Tekin: Domuztepe'de çok sayıda ok ucu bulundu
Domuztepe Höyüğü'nde, bazı boyalı çanak çömlek parçalarının üzerinde ok atan kişilerin yer aldığını belirten Tekin, "Öte yandan arkeolojik alanda çok sayıda ok ucu bulduk" dedi.
Ok ve okçuluk Kahramanmaraş'ta çok eski bir olgu olarak karşımıza çıkıyor" diyen Doç. Dr. Halil Tekin, Kahramanmaraş'ta okçuluğun eski bir gelenek olabileceğine dikkat çekerek, "Markasi'de okçuluğun bir simge olduğunu düşündüklerini dile getirdi.

Günümüzden yaklaşık 3 bin yıl öncesine ait Asur yazılı belgelerinde, bölgede Gurgum Krallığı'nın hakimiyetinin yer aldığını hatırlatan Doç. Dr. Halil Tekin,, Asur kralı 2. Sargon ya da Şarrukin zamanında, Kahramanmaraş'a "Markasi" şeklinde bir tanımlama yapıldığını belirtti.
Tekin, "Domuztepe'den oldukça geç bir zaman dilimine tarihlendirilen Markasi  dil bilimcilere göre 'ok atılan alan', 'okun oğlu' anlamına geliyor. Bu da gösteriyor ki burası ok ve okçuluk için çok önemli bir merkez. O yüzden Asur kralı da bizzat buraya bu ismi vermiş" şklinde konuştu.
Osman Okumuş:  İlçede uluslararası okçuluk festivali düzenliyoruz
Türkoğlu Belediye Başkanı Osman Okumuş da ilçelerinde devam eden kazı çalışmalarını çok önemsediklerini söyledi. İlçede uluslararası okçuluk festivali düzenlediklerini anımsatan Okumuş, bu anlamda kazılarda, testilerin dışında çıkan okçulukla ilgili resimlerin kendilerini heyecanlandırdığını belirtti.
Kahramanmaraş İl Kültür Müdürü Seydihan Küçükdağlı da kentte devam eden bilimsel, kurtarma ve araştırma kazılarının, Kahramanmaraş'ın tarihine ve kültürüne ışık tutmaya devam ettiğini ifade etti. Küçükdağlı; kazı başkanları, akademisyenler ve Kültür ve Turizm Bakanlığı koordinesinde devam eden çalışmalarda bugüne kadar çok değerli bulguların ortaya çıktığını, bunların müzede sergilendiğini sözlerine ekledi.

İsmail Hakkı Demir - AA



Tarihsel Açıdan Küçük Buzul Çağı




   Tarihsel Açıdan Küçük Buzul Çağı



Tarihsel Açıdan Küçük Buzul Çağı
Küçük Buzul Çağı’na Genel Bakış
Küçük Buzul Çağı dönemini ayrıntılı incelemeden önce bir önceki dönem olan Ortaçağ Sıcak Dönemi’nin özelliklerine birkaç paragrafta olsa değinmekte yarar var. Çünkü ileriki bölümlerde sık sık bu iki dönem arasındaki özellikleri karşılaştırarak Küçük Buzul Çağı’nın etkisini belirginleştireceğiz. Ortaçağ Sıcak Dönemi kavramı ilk kez Lamb tarafından 1965 yılında “ The Early Medieval Warm Epoch and Its Sequel” adlı eserde kullanılmıştır. Daha sonra bu kavram bilimsel çalışmalarda referans olarak literatüre geçmiştir. Ortaçağ Sıcak Dönemi (Medieval Warm Period- MWP) M.S 850-1300 yıllarında etkili olan sıcak bir ara dönemidir. Küçük Buzul Çağı başlamadan önce özellikle Avrupa kıtasında etkisini gösteren MWP ’ta sıcaklıklar bugünkü koşullarla benzer özellikler göstermiştir.
Ortaçağ Sıcak Dönemi’nde iklimdeki ısınmaya bağlı olarak sıcaklık artışları yaşanmıştır. Oluşmasında daha çok solar radyasyondaki artışın ve güneş lekelerinin rol oynadığı düşünülmektedir. Güneş lekelerinin bu dönemde artmasına bağlı olarak, güneşten gelen radyasyon miktarı artmış böylece atmosferin sıcaklığı yükselmiştir. Etkileri bakımında Küçük Buzul Çağı gibi tartışmalı bir dönemdir. Tüm dünyayı etkileyen küresel bir dönemi mi yoksa lokal olarak daha çok Avrupa başta olmak üzere kuzey bölgelerini mi etkilediği noktasında bugün bile tam olarak uzlaşma sağlanamamıştır. Tüm bu tartışmalar sürüp giderken dünya üzerindeki birçok alanı etkilemiş olmakla birlikte, etkileme kuvvetinin bölgeden bölgeye değişiklik gösterdiği kabul gören bir yaklaşımdır. Bununla birlikte iklim bilimciler bakımından önemli bir dönemdir. Bunun nedeni ise herhangi bir şekilde insan etkisi olmadan da sıcaklıkların doğal olaylardan ( güneş lekeleri ve solar aktivite vb.) kaynaklı olarak artabileceğini göstermesidir. Bu bakımından özellikle küresel ısınma üzerinde yoğunlaşan iklim bilimcilerin dikkatini topladığı bir dönemdir.
Küçük Buzul Çağı’ndaki soğuma ve bunun özellikle olumsuz etkilerinin tersi olarak, MWP’da sıcaklık yükselmesi ile tarımsal üretimde artışı yaşanmıştır. Tarımsal ürünlerdeki fazlalık bolluk ve bereketi doğurmuş nüfus artışı yaşanmıştır. Bu dönemde İskandinav kökenli Viking yayılması yoğunlaşmıştır. Vikingler Avrupa kıtasının büyük bölümüne İspanya’dan İngiltere’ye kadar yayılmışlardır. İlaveten sıcaklık artışı ile kuzey deniz ısınmış buzullar eriyerek İzlanda ve Grönland’ın yerleşilmesini kolaylaştırmıştır. İzlanda ve Grönland’a yerleşen Vikingler daha batıda Vinland’da yerleşmişlerse de burada Vinland yerlilerince hoş karşılanmadığı için kısa sürede burayı ya terk etmek zorunda kalmışlar ya da onlar tarafından öldürülmüşlerdir.
Küçük Buzul Çağı ise (Little Ice Age-LIA) günümüzden 7 yüzyıl öncesinde başlamış ve etkisi neredeyse 5 yüzyıl devam eden döneme verilen isimdir. LIA’ in zamanlaması ve etkileri bölgeden bölgeye değişmekle birlikte Ortaçağ Sıcak Dönemi’nden sonra gelen ve ortalama sıcaklıkların yaklaşık olarak 1o C düştüğü dönemdir. LIA süresince sıcaklık ve yağış yıldan yıla değiştiği gibi bölgeden bölgeye göre de değişiklik göstermiştir. Örneğin Avrupa’daki en soğuk zaman ile Asya ve Amerika’daki en soğuk zaman arasında fark bulunmaktadır. LIA’ in bölgelere göre değişmesine örnek olarak 17. yüzyılın Avrupa’da en soğuk dönem olmasına rağmen Kuzey Amerika’da ise alışılagelmişin üzerinde bir soğukluk gözlenmemesini gösterebiliriz. Tersi olarak da 19.yy’da ise en soğuk zamanlarını geçirmiş olup bu sürede New York limanının donduğu kayıt edilmiştir. LIA’ in etkileri kuzey yarım kürede daha iyi bir şekilde gözlemlenmektedir. Bu bölgelerin başında yapılan çalışmaların fazlalığı ve tutulan kayıtlar nedeniyle Kuzey Avrupa ülkeleri gelmektedir. Avrupa dışındaki bölgelerde kayıt tutulma oranı daha azdır. Küçük Buzul Çağı ile ilgili olarak Kuzey Amerika’daki bilgilerimiz ancak 18. yüzyıla kadar gitmektedir. Yani Avrupalıların Amerika kıtasına yerleşmesinden çok sonra düzenli kayıtlar tutulmuştur. Ondan önceki bilgilerimiz ancak Amerikan yerlilerinin sözlü anlatımlarına dayanmaktadır ki buda çok bilimsel değildir.
Küçük Buzul Çağı’nda iklimdeki soğumaya bağlı olarak ürün yetişme zamanı olan yaz ayları kısalmış ve normalden daha serin geçmiştir. Özellikle yazları olgunlaşmak için sıcaklığa ihtiyaç duyan buğday gibi tahıllar sıcaklık düşmesinden en çok etkilenen ürünler olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin İngiltere’de 17.yy’da bitkilerin yetişme devresi 13.yy’a göre 5 hafta kadar azalmıştır. 17. yy Küçük Buzul Çağı’na, 13.yy ise Ortaçağ Sıcak Dönemine karşılık gelmektedir. Bu örnek ile Küçük Buzul Çağı’nın kendinden bir önceki dönem olan Ortaçağ Sıcak Dönemi ile arasındaki farkın anlaşılması bakımından önemlidir.
Bununla birlikte LIA süresince hastalıklar ve kuraklıklar artmış, üretim artışı azalmış ve buna bağlı olarak da ürünlerin fiyatları ile yaşam maliyeti kayda değer şekilde yükselmiştir. Tahıl fiyatlarının özellikle Avrupa’da yükselmesi çiftçileri mutsuz etmiştir. Ünlü “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” sözünün kurak geçen yılların ardından söylenmesi yüksek olasılıktır. Kuşkusuz bu sözün arkasındaki kıtlığın boyutu büyük bir trajediye dayanmaktaydı. Sonuçları ise tarihteki en ünlü devrimlerden biri olan Fransız Devrimine yol açmıştır. Bununla birlikte tarihsel birçok olayın Küçük Buzul çağı ile doğrudan ve dolaylı ilişiklileri bulunmaktadır. Aşağıdaki tabloda da görüldüğü gibi 1315-21’in Büyük Kıtlığı Küçük Buzul Çağı’nın başladığı tarihe denk gelmektedir. İleriki bölümlerde ayrıntısı ile verilecek olan Büyük Kıtlık sonrasında Avrupa’da büyük oranda üretim düşmüş buda Avrupa ekonomisi üzerinde olumsuz etkilere yol açmıştır. Büyük Kıtlığın ekonomik buhranının daha sonraki Yüzyıl Savaşları’nın ortaya çıkmasındaki önemli nedenlerden biri olduğu düşünülmektedir.
Küçük Buzul Çağı’nda en çok etkilenen yerlerin başında dağlık alanalar ve zaten soğuk olan ama bir şekilde yaşamın devam ettiği Kuzey Avrupa ülkeleri gelmekteydi. Örneğin soğukların artması ile Finlandiyalı birçok çiftçi yurtlarını bırakıp göç etmek zorunda kalmıştır. Bu dönemde buzullar dağ alanlarında alansal bakımdan ilerlemiş ve daha aşağı etek kısımlarına doğru genişlemiştir. Daha önceki dönemlerde ilkbaharda ortadan kalkan ve eriyen karlar Küçük Buzul Çağı’nda ise sonbaharın sonlarına kadar yerden kalkmamıştır. Bu durum ise bu dönemdeki sığır yetiştiriciliğini son derece olumsuz etkilemiştir. Böyle bir duruma örnek olarak Fransa’daki Mont Black dağının yakınında olan Chomanix vadisinde buzul ilerlemesine bağlı olarak çok sayıda köy ve tarlanın zarar görmesini gösterebiliriz.
Yine dağlarda bulunan buzullar bugün buzul çalışmaları ve geçmiş dönem iklim olaylarını anlamamız bakımından oldukça önemlidir. Özellikle Küçük Buzul Çağı’nı daha iyi anlamak için yaptığımız çalışmalar daha çok dağlardaki buzul ilerleme ve gerilemelerine dayanmaktadır. Özellikle 1500-1600 yılları arasında soğukların da artmasına bağlı olarak Alp dağları başta olmak üzere pek çok dağlık alanda buzul ilerlemesi meydana gelmiştir. Daha öncede bahsedildiği gibi LIA süresince dağlardaki buzulların eteklere doğru ilerlemesi yaklaşık 100 metreyi bulmuştur. Sıcaklıların dalgalanmasına bağlı olarak zaman zaman ilerleyen ya da gerileyen bu buzullar, hareketleri sonrasında kendilerine has izler bırakmışlardır. Buzul jeomorfolojisi olarak bilinen bu izler vasıtasıyla önceki süreçlerde yaşanan iklim değişikliğinin şiddeti hakkında da bilgi sahibi olabiliyoruz.
Küçük Buzul Çağı’nı buzul çağı olarak değerlendirmek yanlış olacaktır. Daha çok Holosen sıcak dönemi içerisindeki küçük bir soğuk salınım olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. Küçük Buzul Çağı’nı Pleistosen buzulları ile karşılaştıracak olursak ayrımı daha net bir biçimde görebiliriz. Küçük Buzul Çağı’nın Pleistosen buzullaşmalarından farkı genel olarak yayılım alanı ve kararlılığı noktasındadır. Pleistosen buzullaşmalarında ortalama sıcaklık bugünkünden 2-3o C daha aşağıda iken (son buzul çağında yaklaşık olarak 4-5o C) bu oranın Küçük Buzul Çağı’nda ise ortalama olarak 1o C kadar olduğu bilinmektedir. Yine Küçük Buzul Çağı her yerde aynı oranda etkili olmamıştır. Bu nedenle küresel bir buzullaşmadan söz etmek çok mümkün değildir. Örneğin Avrupa’daki etkisi ile Kuzey Amerika’daki etkisi birbirinden farklı olmakla birlikte kuzey ve güney yarım kürelerde de birbirinden farklılık göstermiştir.
Küçük Buzul Çağı’nın Nedenleri
Küçük Buzul Çağı’nın iki temel nedeni vardır. Bunlar Güneş etkinliği (Güneş lekeleri) ve Volkanik aktivitedir. Bu iki unsurun bir sonucu olarak atmosfer hareketlerinin değişmesi ile Küçük Buzul Çağı dediğimiz dönem yaşanmıştır. Güneş lekeleri ve volkanik faaliyetler sürekli olarak yaşanmamış olup etkileri değişiklik göstermiştir. Bu nedenle Küçük Buzul Çağı’nda iklim belirgin salınımlar yapmıştır. Güneş lekeleri en kısa tanımıyla güneşin dış kısmında bulunan boyutlarının değişken olduğu (dünyadan çok büyük olabilecekleri gibi küçük de olabilirler), güneşe göre yüzey sıcaklıklarının düşük olduğu (güneşin yüzey sıcaklığı 5000 oC iken bu oran lekelerde ortalama olarak 4000 oC civarındadır) içinde elektromanyetik faaliyetlerin ve fırtınaların olduğu, güneşe göre daha koyu renkli leke benzeri alanlardır. Güneş lekeleri ile solar radyasyon arasında da bir ilişki bulunmaktadır. Genel olarak güneş lekelerinin fazla olduğu dönemlerde solar aktivite de artmaktadır. Bunun dünyaya yansıması ise ısının artması şeklindedir. Güneş lekelerinin azaldığı dönemlerde ise sıcaklık azalması ve yağış azlığı meydana gelmektedir.
Küçük Buzul Çağı süresince güneş lekelerinin çok az olduğu bilinmektedir. Sıcaklıkların düşük olduğu dönemlerde güneş lekelerinin de az olması nedeniyle iklim bilimciler güneş lekelerinin dünya sıcaklığı üzerinde doğrudan bir etkiye sahip olduğunu düşünmektedirler. Küçük Buzul Çağı’nda özellikle güneş lekelerinin az olduğu dönemler ise şu şekildedir;
 1420- 1570 yılları arasında Spörer Minimumu,
 1645- 1715 yılları arasında Muander Minimumu,
 1795- 1823 yılları arasında Dalton Minimumu’dur.
Bu dönemler aynı zamanda Küçük Buzul Çağı’nın en soğuk dönemlerine karşılık gelmektedir. Güneş lekelerinin sayısının azaldığı veya hiç görülmediği bu dönemlerde sıcaklığında buna paralel olarak düşmesi güneş lekeleri sayısının dünya iklimi üzerindeki etkisi göstermesi bakımından önemlidir.

Şekilde 5 bin yıllık güneş lekeleri ve buzul aktivitesindeki salınımlar gösterilmektedir. Güneş lekelerinin sayısında azalma yaşandığı tarihlerde sıcaklıklarda düşme yaşanmış buzul hareketlerinde ise ilerleme meydana gelmiştir. Güneş lekelerinin en az olduğu tarihlerden bir kaçı ise Küçük buzul Çağı’na denk geldiği görülmektedir. Küçük Buzul Çağı’na denk gelen Spörer ve Muander Minimumunda güneş leke sayısı oldukça azdır. Güneş lekelerinin çok az olduğu M.S 1500 ve 1700’lü yıllarda (Spörer ve Muander Minimumu) buzul aktivitesinin en fazla arttığı buna paralel olarak da sıcaklığın düştüğü dönemlere karşılık gelmektedir. Bir diğer önemli faktör ise volkanik faaliyetlerdir. Volkanik karekterli dağların patlaması sonucunda patlamanın şiddetine bağlı olarak atmosfere yoğun miktarda sülfür gazı ve çeşitli büyüklükte katı parçacıklar salınmaktadır. Salınan bu sülfür gazı ve katı parçacıklar atmosferdeki karbondioksit dengesine belirli ölçülerde etkide
bulunmaktadır. Bununla birlikte volkanik aktivitenin iklim üzerindeki etkisi daha çok kısa sürelidir.
Volkanik patlama sonrasında atmosferin üst katlarına çıkan volkanik unsurlar havada belli sürelerde asılı kalırlar. Atmosferin üst katlarında bilindiği gibi jet rüzgarları vardır. Eğer patlama şiddetliyse, atmosfere salınan bu unsurlar jet rüzgarlarına yakalanabilirler ve böylece tüm dünyanın etrafına yayılabilirler. Bu nedenle belirli bir bölgede yaşanan patlama küresel bir etkiye sahip olabilir. Böyle bir senerayo gerçekleşirse atmosferde salınan bu çeşitli büyüklükteki unsurlar nedeniyle güneş ışınları atmosferden geçerken büyük oranda bu unsurlara çarparak yansır. Bunun sonucunda yer yüzü güneş radyasyonundan belirli sürelerde ve belli oranda mahrum kalabilir. Yer yüzü güneş ışınlarını yeterli ölçüde alamadığı için ısınma gerçekleşmez ve soğma meydana gelir. Birkaç volkanın eş zamanlı yada kısa aralıklarla patlaması sonucunda ise yeterli ısınmanın olamamasına bağlı olarak soğumanın etkisi 10 yılları bulabilmektedir.
Sıcaklık değişmeleri volkanik patlamanın büyüklüğüne bağlı olarak 1 ila 5 oC olarak değişebilir. Bu oranlar ise Buzul Çağı’nı başlatmak için yeterli seviyededir. Ortaçağ Sıcak Dönemi’nin sonlarına doğru yaşanan büyük volkanik patlama olaylarının, Küçük Buzul Çağı’nı başlattığından kuşkulanılmaktadır. Küçük Buzul Çağı içinde yaşanan büyük volkanik faaliyetler ise şunlardır; 1452’de Kuwae volkanı, 1580’de Billy Mitchell volkanı, 1600 yılında Peruda Huaynaputina volkanı, 1660’da Papua Yeni Gine’deki “Long Island” volkanı, 1783-1784 yılında İzlanda’daki Laki volkanı, bu patlama sonrasında ingiltere’de yüksek ölüm nedeniyle “kriz yılları” olarak nitelendirilmiştir, 1815 yılında Endonezya’da Tombora yanardağının patlaması sonucunda 1816 yılında neredeyse hiç yaz mevsimi yaşanmamıştır.
Tüm bu nedenlere ilave olarak son zamanlarda bilim dünyasında tartışılan bir konu daha vardır. Yine Küçük Buzul Çağ’ını etkileyen süreçler içerisinde doğal nedenlerle birlikte insan kaynaklı bir etkininde olduğu düşünülmektedir. İnsanın bu dolaylı etkisi nüfusunun artması yada azalmasına bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Bilindiği gibi insan nüfusu belirli dönemlerde değişik faktörlere bağlı olarak artmış yada azalmıştır. Bunun yanında özellikle Sanayi Devriminden sonra ise sürekli artma eğilimini sürdürmektedir. Nüfusun azaldığı dönemler genellikle büyük savaşlar ya da salgın hastalıklarla bağlantılı olarak değişiklik göstermektedir. Jared Daimond’ ın eseri olan Tüfek, Mikrop ve Çelik’te özellikle salgın hastalıklarların insan nüfusu üzerindeki dramatik etkisi
detaylı bir biçimde aydınlatılmıştır.
İnsan nüfusunun azaldığı dönemler içinde en büyüklerinden biri büyük veba salgınıdır. Bu salgın sonrasında nüfüs azalması o kadar büyük bir hal almıştır ki Avrupa nüfusu neredeyse yarı yarıya ortadan kalkmıştır. Fakat bu tecrübe sonrasında Avrupalılar eşi benzeri görülmemiş derecede bir avantaj sağlamış ve tarihteki ilk ve belkide en büyük biyolojik savaşı yapmışlardır.
Bilindiği gibi eski kıta insanları göçebelikten yerleşime yeni kıta da bulunan insanlara göre çok erken bir zamanda geçmişlerdir. M.Ö 8 binlerden sonra Bereketli Hilal olarak nitelendirilen mezopotamya ovasında ilk köy yerleşmeleri kurulmuştur. Yerleşime geçme ile birlikte tarımsal faliyetler ile hayvan evcileştirme hızlanmıştır. Buna bağlı olarak kurulan köylerde hızla nufus artışı yaşanmış, nüfus artışı ile birlikte köylerden çiftliklere doğru bir geçiş yaşanmıştır. Böylece daha çok çiftlik hayvanı beslenmesi gerekmiş olup sonrasında evcil hayvanlarla birlikte yaşayan insanlar bu hayvanlardaki hastalıkların insanlara bulaşması sonucunda sık sık salgın hastalıklara maruz kalmıştır. Süreç içerisinde hayatta kalan insanlar bu virüslere karşı daha dayanıklı hale gelmişlerdir. Hıyarcıklı veba başta olmak üzere tüberkiloz, kabakulak ve domuz uyuzu gibi salgın hastalıklara karşı güçlenen eski kıta insanları keşvettikleri yeni kıtadaki insanlar ile temaslarından kısa süre sonra yeni kıtadaki insanların neredeyse 3’te 2’sinden fazlası savaşmaksızın bahsedilen salgın hastalıklardan kaynaklı olarak ölmüşlerdir. Ölen insan sayısı tam olarak bilinmesede 50 ila 100 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. 1600’lü yılların ikinci çeyreğine gelindiğinde amerikada bulunan toplam yerli sayısının ise ancak 5 milyonun biraz üzerinde olduğu düşünülmektedir.
İnsan nüfusundaki azalma ya da artmanın iklim üzerindeki etkisi atmosferdeki gazlardaki değişimden kaynaklanmaktadır. Bu etki daha çok atmosferde bulunan karbondioksit ve metan gazları üzerinde olmaktadır. Nüfus kaybeden yerler gittikçe ıssızlaşmakta ıssızlaşan bu yerlerde özellikle tarım alanları giderek ormanlık alanlara dönüşmektedir. Ormanlar ise karbondioksiti tuttukları için atmosferdeki karbondioksit oranı düşmektedir. Bunun ise belirli bir soğumayı getirdiği tahmin edilmektedir (Cho, 2014). Ormanlaşma sürecinin zaman almasından kaynaklı olarak bu etki hemen kendisini göstermeyip belirli bir süreyi gerektirmiştir.
Daha önce geçmiş iklim çalışma yöntemlerinden bahsedilmişdi. Bunlardan bir tanesi de buzullar üzerinde yapılan sondajlar (karotlar)dı. Alınan buzul karotları sonucunda geçmiş iklim koşulları hakkında detaylı bilgiler edinebilmekteyiz. İklim hakkında genel bilgilerin yanında o dönemde atmosferdeki gazlar ile ilgilide saptama yapılabilmektedir. Örneğin 1570- 1604 yılları arasında atmosferdeki karbondioksit değişimi önemlidir. Bu değişim değeri 8 ppm dir. Bu düşme 281.9 ppm’den 274.3 ppm’ye kadar olmuştur. Bu değerde bir karbondioksit değişiminin 0.8o C’lik bir soğuma getireceği düşünülürse soğumanın ne kadar şiddetli olacağı tahmin edilebilinir. Kuşkusuz tek başına bir iklim soğumasının nedeni olmasa bile genel kanı, nüfus
azlamasına bağlı olarak yayılan ormanların özellikle karbondioksit üzerindeki etkisinin iklim üzerinde belirli bir etkiye sahip olduğu yönündedir.
Küçük Buzul Çağı’nın Önemi
Küçük Buzul Çağı’nın önemi ortalama iklimdeki değişimden çok iklim çeşitliliğinin önemli ölçüde farklılaşmasıdır. LIA süresince özellikle sıcaklıklar bir önceki ve bir sonraki yıl benzerliği oldukça nadir göstermiştir. Hatta bazı yıllarda, bir yıl içindeki mevsimlerin sürelerinde bile farklılık gözlenmiştir. Dalgalanmaların bu derece yüksek olması hem ürünlerin hem de çiftçilerin doğal şartlara adaptasyonunu zorlaştırmıştır. Bilindiği gibi hiçbir canlı uzun süren bir kaos ortamında varlığını sürdüremez. Canlı yaşamı için uygun çevresel şartlar ile iklim en önemli çevresel faktörlerdendir. Bu kural insan ve toplumlar içinde geçerlidir. İklimdeki değişim küçük ölçekte insanları büyük ölçüde ise toplumları doğrudan etkilemiştir. Bu dönemde görülen kıtlığın ve bunun sonucu olan yetersiz beslenme ve ölüm oranı artışının nedeni yine iklimde yaşanan bu belirsizliktir. Bu dönemi bir süreç olarak alırsak uzun vadeli iklimdeki bu belirsizlik ve buna bağlı yaşanan sıkıntılardan dolayı hoşnutsuz büyük bir çiftçi kitlesinin ortaya çıkması anlaşılır bir durumdur. Bunun nedeni ise çiftçilerin doğrudan toprağa ve iklime bağlı olmalarıdır. Bu iki unsurda yaşanan olumsuzluklar verimin düşmesine neden olmuştur. Bu dönemin ekonomik özellikleri dikkate alındığında sanayi ve makinanın da geniş yayılıma sahip olmadığı düşünülürse, ürünlerdeki verim düşüşünün genel ekonomik yapı üzerinde ne kadar etkili olacağını tahmin edebiliriz. Tüm bu süreç birlikte düşünüldüğünde 1789’un yazında Fransa’nın başkenti Paris’te son derece hoşnutsuz çiftçilerin başını çektiği bir isyanın patlaması anlaşılır bir durumdur. Kuşkusuz bu devrimin birçok farklı nedeni olmakla birlikte önemli bileşenlerinden biriside iklimdeki ani salınımların doğrudan ya da dolaylı etkileri olduğu düşünülmektedir.
Küçük Buzul Çağı’nın bir diğer önemli özelliği insanların bu dönemi yaşaması ile bir iklim değişikliğinin nasıl olabileceğini gözlemlemesi ve bu gözlemlerini kayıt altına almasıdır. Kuşkusuz ki ilk insanlar Kuvaterner döneminin başlangıç tarihi olan 2,5 milyon yıldan beri dünya üzerindeler ve özellikle Pleistosen dönemindeki buzul dönemlerini yaşamışlardır. Fakat burada kastedilen durum uygarlıkların ilk ortaya çıktığı ve yazının bulunarak kullandığı tarih olan M.Ö 3 binlerden sonra yaşanmış en uzun süren iklim değişikliklerinden biri olmasıdır. İlaveten, Küçük Buzul Çağı’nı günümüz küresel ısınması ile de karıştırmamak gerekir. Küresel ısınmada daha çok insan etkisi söz konusuyken, Küçük Buzul Çağı’nda ise böyle bir etki söz konusu değildir ya da sınırlı olduğu düşülmektedir. Önceki bölümde açıklandığı gibi oluşumunda çeşitli doğal sebepler yatmaktadır. Küçük Buzul Çağı’nın bir diğer önemli özelliği ise birçok alanda etkisinin olmasıdır. LIA’ in etkileri ekonomi üzerinde ve tarımda, sağlık alanında, sanat ve edebiyatta, sosyal hayatta ve doğal şartlar üzerinde (ormanlar ile kıta ve dağ buzullarının ilerlemesi ve gerilemesi) görmek mümkündür. Bu etkileri kısaca maddeler halinde sıralayacak olursak;
 Öncelikle Küçük Buzul Çağı’nın en önemli etkileri tarım üzerinde olmuştur. Bu etkinin hiç kuşkusuz ciddi ekonomik sonuçları olmuştur. Bu etkilere örnek olarak İngiltere’yi verebiliriz. Örneğin LIA süresince İngiltere’de ürünlerin yetişme süresi günümüze göre 3 ay daha kısalmıştır. Örneğin 1300’lerden önce üzüm bağları bugünkü yetişme yerlerinden yaklaşık 450 km daha kuzeyde bulunuyordu. Fakat Küçük Buzul Çağı’nın 1300’den sonra etkisinin artmaya başlamasına bağlı olarak üzüm bağlarının sınırlarında güneye doğru kayarak İngiltere, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde derece derece geri çekilmeye başlamıştır. LIA’in etkileri sadece üzüm bağlarında olmayıp tüm tarımsal ürünlerde gözlemek mümkündür.
 Ormanlarda LIA’deki iklim değişikliğinden etkilenmiştir. Örneğin soğukların artmasıyla birlikte ılıman iklim koşullarında yaşam alanı bulan kayınlar ortadan kalkmaya başlamıştır. Kayınların yerini ise soğuğa karşı daha dayanıklı türler olan çam ağaçları almıştır.
 LIA’de buzul hareketleri de artmıştır. Hem kıta buzullarında hem de dağ buzullarında artma gözlemlenmiştir. Kıta buzulların da yoğunluk artışı şeklinde ve daha alçak enlemlere doğru bir yayılma söz konusu iken, dağ buzullarında ise zirvelerden yamaçlara doğru bir ilerleme meydana gelmiştir. Örneğin Ladurie 1971’de yaptığı çalışmasında LIA süresince büyük buzul hareketleri kayıt edilmiştir. Bazıları aşağıdaki gibidir.
 1595’te İsviçre’deki Gietroz’da buzul ilerlemesi sonucunda Dranse nehri taşmış ve 70 kişinin ölmesi ile sonuçlanmıştır.
 1600-10 tarihleri arasında Fransa’daki Chamonix buzulu büyük bir taşkına sebep olmuş üç köyü yok etmiş bir köyü ise kötü bir biçimde tahrip etmiştir.
 1670-80 tarihleri arasında Alpler ’in doğusunda buzul ilerlemesi en yüksek noktaya ulaşmış, bu ilerleme nedeniyle Avrupa’nın diğer bölgelerinde nüfus artışı yaşanmasına rağmen Alpler ’de ise dramatik bir şekilde azalmıştır.
 1695-1709 tarihleri arasında İzlanda’daki buzullar ilerlemiş ve birçok tarlayı ve çiftliği yok etmiştir.
 1710-1735 tarihleri arasında ise Norveç’teki buzullar her yıl neredeyse 100 m kadar ileriye sarkmış bu 35 yıl devam etmiştir.
 1748-50 tarihleri arasında Norveç buzulları maksimum seviyesine ulaşmıştır.
 LIA süresince soğuk hava koşulları Avrupa’da sağlık alanında da büyük bir etkiye sahip olmuştur. Soğuk ve nemli koşullar nedeniyle türeyen parazitler ciddi oran da ürün yıkımına neden olmuştur. Bunlardan en ünlüsü FUSARIUM PATCH (Pembe Kar Küfü) dür. Avrupa’da bulunan çiftlikler o dönemde bu hastalık nedeniyle çok fazla ürün kaybı yaşamıştır. Bu hastalığa Fusarium Nivale adında bir parazit neden olmuştur. Bu parazitin oluşması için sıcaklıkların düşmesi ve toprağın uzun süre buzun altında kalması gerekmektedir. Yine bu parazitin yayılması için sıcaklığın 15o C’nin üzerine çıkmaması ve yoğun kar yağışı gerekir. Bu parazit kar altında ya da karlar erirken gelişmesini sürdürebilmektedir. LIA’de iklimsel koşullar bu türden hastalığın gelişmesi bakımından oldukça elverişli şartlar oluşturmuştur. Uzun süren kış aylarında Avrupalı çiftçiler saman stoklarını tükettikleri ve hayvanlarını bu hastalığa sahip bitkilerle besledikleri için birçok çiftlik hayvanının ölmesine sebep olmuştur. Hastalıklar sadece tarımsal ürünleri değil aynı zamanda insan sağlığı açısından da tehlikeli bir hal almıştır. Çok fazla ürün kaybının yaşadığı dönemlerde iyi beslenememe sonucunda insanların bağışıklık sistemi çok düşmüş olup buda salgın hastalıkların yayılmasını kolaylaştırmıştır. Örneğin bu dönemde birkaç kez ortaya çıkan veba (türleri arasında en ünlüsü Hıyarcıklı Veba) neredeyse Avrupa nüfusunun 3’te 1’ini yok etmiştir. Yine bu dönemdeki salgın hastalıklardan bir diğeri de sıtmadır. Uzun yıllar insanları kırıp geçiren sıtma sonucunda binlerce insan hayatını kaybetmiştir.
 Küçük Buzul Çağı’nın belki de en ilginç etkisi edebiyat üzerinde olanıdır. Bu dönemde ortaya çıkan romanların niteliğine baktığımızda LIA’in ciddi etkisi söz konusudur. Bu eserlerden en ünlüleri “Frankenstein” ve “Vampire” dır. Bu iki roman daha sonra Amerikan sineması Hollywood tarafından sinemaya uyarlanmıştır. Bu eserler içinde Frankenstein adlı romanın yazılması LIA ile bağlantılı bir olaya rastlamaktadır. 1816 yılında Tambora volkanının patlaması sonucunda aynı yılın yaz mevsimi neredeyse hiç yaşanmamıştır. Bu yıl daha sonra literatüre “yaz mevsimi yaşanmayan yıl” olarak geçmiştir. Bu yılda yazar Maria Shelly ve kocası tüm vakitlerini Cenevre gölü çevresindeki evlerinde geçirmişlerdir. Yaz mevsimi o kadar kasvetli bir hal almıştır ki kendilerini eğlendirmek için bir birlerine korkunç hikâyeler anlatmışlar, bu anlatımlar ise daha sonra Frankenstein adlı eserin doğmasına kaynaklık etmiştir.
Yararlanılan Kaynaklar
Güneyi Vural, Fiziki Özellikleri Ve Beşeri Etkileriyle; Küçük Buzul Çağı