Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’ne Göre
Osmanlı İmparatorluğu’nda Spor
Giriş
1611‟de İstanbul‟da dünyaya gelmiş, 20 yaşından itibaren de seyahatine başlamış olan
17. yüzyılın tanınmış seyyahı Evliya Çelebi‟nin kapsamı ve içeriğiyle hiçbir seyahatnâme ile
kıyaslanması mümkün olmayan eseri, yaptığı seyahatler esnasında tuttuğu notların ölümünden
sonra bir araya getirilmesi ile ortaya çıkmıştır.
Yaşadığı yüzyılın en değerli seyyahı ve entelektüeli olan Evliya Çelebi Enderun‟u
tamamlayacak derecede engin bilgi birikimine sahip olup, zaman zaman devlet hizmetinde
çalışmış, Azak, Girit ve Eflak seferlerine katılmıştır. İstanbul‟a ilişkin tuttuğu ilk kayıtların
ardından Anadolu, Kafkasya, Arabistan, Balkanlar, Avrupa, Suriye, Hicaz, Mısır, Sudan,
Habeşistan, İsveç, Hollanda, Macaristan‟ı kapsayan seyahati kırk yılı aşan bir zaman dilimine
yayılmıştır. Ölüm yeri ve tarihi hakkında net bir bilgiden mahrum olduğumuz Evliya
Çelebi‟nin 1684-1685 yıllarında İstanbul veyahut Kahire‟de öldüğü tahmin edilmektedir.
Kendisinden fazla söz etmeyen Evliya Çelebi kendisinden ziyade gördüğü, incelediği yerleri
dikkatle kaleme alırken, kendisini de “Seyyah-ı âlem” olarak tanımlamaktadır. 10 ciltte
toplanan eserin sahibi, mahlası olan “Evliya Çelebi” ile tanınmış asıl ismini yazmaya gerek
bile görmemiştir. 17. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu‟nun topografya, yerel tarih, dil, din, batıl
inanış, iktisadi yaşamının manzarasını çok ince ayrıntıları da unutmadan tasvir etmektedir
(Kurşun, 2010). Bu tasvirin içinde kuşkusuz gezip gördüğü yerlerdeki spor aktivitelerine de
yer vermiştir. Bu çalışmanın esas konusunu teşkil eden Osmanlı dünyasında spor, günlük
hayatın bir parçasıdır. Eğlenmek amacının yanında askeri eğitimin vazgeçilmez yöntemi olan
çeşitli spor dalları ünlü seyyahın eserinde ayrıntıları ile ele aldığı konulardan birini teşkil
etmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu, sporu bir savaş eğitimi olarak kabul edip, onu bilimle
geliştirmiştir. Her spor türünün kendine özel tekniğini ve yardımcı bilgileri öğretmek için
açılmış olan okullarda(tekke) yetenekli ve bilgili öğretmenler(şeyh ve ihtiyarlar) gençleri
eğitmişlerdir. Eğitim dini ve milli gelenekleri öğretme, uygulama ve yarışma şeklinde üç
bölümde yapılmış, her eğitim bölümü için kitaplar yazdırılmış, yönetmelikler yapılmış,
uygulama ve yarışmalar için de kapalı ve açık alanlar(meydanlar) hazırlanmıştı. Osmanlı
Beyliği bağımsızlığını ilan ettiği zaman aşiret halkı, sporu iyi bir savaşçı olmak için yapmıştır.
Her çocuk, dört-beş yaşından itibaren, ata binmesini ve güreş yapmasını öğrenerek spora
başlamakta, yedi yaşından sonra da ok atmayı, biraz daha büyüyünce ava gitmesini ve
delikanlı olunca da kılıç kullanmayı ve gürz sallamayı öğrenip savaşa gidebilecek eğitimi
tamamlamaktaydı. Her yiğidin en büyük amacı da sporcu ve savaşçı olan alp unvanını
almaktı. Osmanlı sarayında ise şehzadelere verilen eğitimde, şehzadenin isteğine ve
yeteneğine göre ok atmak, avlanmak, cirid oynamak, güreş yapmak, at binmek, gürz
kaldırmak gibi sporlar da öğretilmiş ve ciddi bir spor eğitimi verilmiştir. Tahtta çıktıktan
sonrada spora devam eden padişahların bazıları güreş, avcılık, ok atıcılığı, cirit, tüfekle
atıcılık, gürz kaldırma, lobut ve hışt atma, mızrak atma ve tomak oyunu gibi sporlar
yapmışlardır (Kahraman, 1999).
Osmanlı sarayında Birun‟da ve saray hizmetlileri arasında da sporla uğraşanlar
bulunduğu gibi, şikâr halkı içinde doğancılar, şahinciler, seksoncular(samsoncu), çakırcılar,
atmacacılar, şikâri, peykân-ı hassa, hassa şatırları gibi ocaklar olarak yer almaktaydı
(Uzunçarşılı, 1984).
Avcılık
Osmanlı İmparatorluğu‟nda avcılık ve av teşkilatı son derece gelişmiş olup,
padişahlarının ve şehzadelerinin av seferleri düzenlemesi devletin kuruluş yıllarına kadar
uzanmaktadır. Bazı istisnalar dışında Osmanlı İmparatorluğu‟nun kuruluşundan IV.Mehmed
(1648-1687)‟e kadar, bütün Osmanlı padişahları, avcılıkla ilgilenmiş ve çeşitli av seferleri
tertip etmişlerdir. Osmanlı av geleneği için lakabını da bu merakından alan IV.Mehmed‟in
ayrı bir yeri vardır (Çelik, 1999).
Osmanlı av seferleri, harp seferlerinin bir prototipi şeklinde görünmektedir. Osmanlı‟da
av seferi denildiği zaman, ne çeşit av yapılacağı önem kazanmaktadır. İki çeşit av olup,
bunlardan birincisi kuşların dışındaki hayvanları avlamak için uygulanan sürgün veya sürek
avıdır. Diğeri ise, yırtıcı kuşlarla yapılan kuş avıdır (Türkmen, 2009).
Osmanlı İmparatorluğu‟nda avcılık müessesesinde görevli kişilere “av halkı”
denilmiştir. Av halkı avlanmada kullanılmak üzere pars, tazı, zağar ve yırtıcı kuşları eğiterek
ava alıştırmışlardır. Bunlara yaptıkları işlere göre doğancılar, şahinciler, atmacacılar,
samsoncular, tazıcılar, seksoncular gibi isimler almaktadır (Uzunçarşılı, 1985). Bunların
ismiyle zikredilen Doğancılar Meydanı, Samsonhane mesiresi gibi yerlerinin bulunduğu
Evliya Çelebi Seyahatnâmesi‟nde görülmektedir (Evliya Çelebi, 2006).
Ava çıkılmadan önce bazı konular göz önünde tutularak gerekli tedbirler alınmıştır.
Neredeki av yerlerine, hangi yoldan gidilip, hangi yoldan dönüleceği, belirlenen yol
üzerindeki av ve sürgün yerlerinin tespiti, yol üzerindeki hangi menzillerde konaklanacağı,
nerede oturak, nerede yemeklik olacağı, padişahın hangi şehir ve kasabada kimin konağında
kalacağı, Enderûn‟dan, Bîrûn‟dan, Yeniçeri Ocağı‟ndan ne kadar avcı ve sekban gideceği,
sarayda gözaltında bulundurulan şehzadelerin götürülüp götürülmeyeceği, valide sultan ve
hasekilerin gidip gitmeyeceği, sadrazamın ve kubbe vezirlerinin katılıp katılmayacağı, nerede
kaç günlük erzak depolanacağı, padişaha kimin kaymakamlık edeceği gibi konular önceden
belirlenmiş ve görevliler buna göre hazırlık yapmışlardır (Kahraman, 1995).
Osmanlı‟nın icra ettiği av seferleri, basit faaliyetler olmayıp her türlü kurumu ve
görevlisi olan organize yapılan işler silsilesiydi. Bu faaliyetler ve yapılan büyük masraflar
padişahın ve devlet adamlarının zevkinden ziyade, modern talimli orduların olmadığı
dönemlerde askerin talimli tutulması ve manevra kabiliyetini artırmaya matuf faaliyetler
olarak görülmekteydi. Devlet organlarının küçük bir nüvesi sanki bir sefer oluyormuş gibi
teyakkuzda tutularak, savaş olduğunda ise acemilik göstermemeleri sağlanmaktaydı
(Türkmen, 2009).
Evliya Çelebi Seyahatnâmesi‟nde, padişahın katıldığı avlara dair bilgi bulunmasa da,
çeşitli hayvanları avlayan avcılar, kullandıkları yöntemler ve av hayvanları ile ilgili birçok bilgi mevcuttur. Osmanlı‟da çok sayıda avcı olduğu ve avcıların çeşitli av hayvanlarında
ihtisaslaştıkları görülmektedir.
İstanbul‟daki kuş avcıları esnafı hakkında dükkânlarının olmadığı, 500 avcı olduklarını,
okçulara yelek tedarik ettiklerini, güçegen, kartal, toy, kuğu yelekleri getirdiklerini ve tüfek
atıcı avcılar oldukları şeklinde bilgi vermiştir. Avcılar esnafının da dükkânlarının olmadığını,
okçulara yelek tedarik ettiklerini, av için edil doğan, dal doğan, sunkur, Toygun, karçığa,
şahin, zağanos, balaban, çakır, taştülek, devlengeç, karakuş, atmaca doğanları kullanarak kaz,
turna, turaç, süğlün, keklik, çil, ördek, sürhab, balıkçıl, toy ve karabatak avladıklarını
kaydetmiştir (Evliya Çelebi, 2006).
Serçe ve başka kuş avcıları esnafının da dükkânları olmadığını bağ ve bahçe
kenarlarında tuzak kurup, yapışkan maddeleri çalılara sürerek serçe, iskete, filorine,
baştankara, ispinoz, saka, bülbül gibi kuşları avladıklarını yazmıştır (Evliya Çelebi, 2006).
Kuş ve başka hayvan avcıları esnafının 200 kişi olduklarını çakırcıbaşı, doğancıbaşı,
şahincibaşı, atmacacıbaşı, bostancı ve Yeniçeri Ocağı tazıcıbaşıları ve Istıranca avcı odaları
yeniçerisinin ferman gereği bunlara müdahale edemediklerini, İstanbul‟un dört tarafında,
Çekmece göllerinde ve Terkos‟da kuğu, saka kuşu, yeşilbaş ördek ve alaca vurduklarını
yazmıştır (Evliya Çelebi, 2006).
Kürkçüleri esnafının 500 dükkânı olduğunu ve bunların 1000 kişi olduklarını yazmıştır.
Hayvan postlarını giyip, dağlarda o hayvan gibi gezip, hayvanları o şekilde avladıklarını,
samur, vaşak, zerdeva, sansar, sincap, kakım, tilki, avladıklarını kaydetmiştir. Arslan, kaplan,
pars, ayı tedarik ederlerdi (Evliya Çelebi, 2006).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder