29 Şubat 2020 Cumartesi

Araştırmaya Göre Köpekler Buz Devrinde Evcilleştirildi






Araştırmaya Göre Köpekler Buz Devrinde Evcilleştirildi

Çek Cumhuriyeti’nde bulunan köpekgillere ait 28.500 yıllık fosil dişler, köpeklerin evcilleştirilmesine dair önemli bilgiler sağlıyor.


Çek Cumhuriyeti’ndeki Moravian Müzesi’nde köpek benzeri bir köpekgilin çenesi. C: Peter Ungar

Çek Cumhuriyeti’ndeki 28.500 yıllık fosil dişlerin analizi, köpeklerin erken evcilleştirilmesiyle tutarlı olarak, farklı diyetlere sahip iki köpek grubu (biri köpek benzeri ve diğeri kurt benzeri) için destekleyici kanıtlar sundu.
Yapılan çalışma, Arkansas Üniversitesi Antropoloji Profesörü Peter Ungar tarafından yönetildi.
Araştırmacılar, Předmostí bölgesinde hem kurt benzeri hem de köpek benzeri köpekgilleri içeren fosil örnekleri üzerinde diş mikro aşınma analizleri yaptılar.
Köpekgiller, köpek ailesindeki memeliler olarak adlandırılabilir.
Araştırmacılar, her bir köpekgil morfotipi için farklı mikro aşınma deseni belirledi.
Kurt benzeri köpekgillerle karşılaştırıldığında, araştırmacılar tarafından “proto-köpek” olarak adlandırılan erken köpeklerin dişleri; sert, kırılgan yiyecekler içeren bir diyete işaret eder biçimde daha büyük aşınma izlerine sahipti.
Kurt benzeri köpeklerin dişleri ise daha küçük yara izlerine sahipti, bu da önceki araştırmalarda gösterildiği gibi daha fazla et tükettiklerini gösteriyor.
Bu büyük durofaji (sert nesnelerin tüketimini düşündüren hayvan yeme davranışı), köpek benzeri köpekgiller arasında, insan yerleşim bölgelerinde muhtemelen kemik ve daha az arzu edilen yiyecek artıklarını tükettikleri anlamına geliyor.
Bulgular, bölgede her biri farklı bir diyete sahip olan ve erken evcilleştirme evresi ile ilgili diğer kanıtlarla tutarlı olarak iki tür köpekgil olduğuna dair destekleyici kanıtlar sağlıyor.
Ungar, “Öncelikli hedefimiz, bu iki morfotipin aşınma kalıplarına bağlı olarak davranışta dikkate değer farklılıklar gösterip göstermediğini test etmekti. Dental mikro aşınmalar, bir popülasyonda morfolojik değişiklikler yerleşmeden önce kuşaklar arasında görülebilen bir davranışsal sinyaldir ve proto-köpekleri kurtlardan ayırmak için arkeolojik kayıtların kullanılmasında büyük umut vaat ediyor.” diyor.
Köpeklerin evcilleştirilmesi, hayvancılığın en eski örneği ve tarımın ilk kesin kanıtlarından çok önce meydana gelen tek evcilleştirme türü.
Bununla birlikte, köpeklerin ilk evcilleştirilmesinin zamanlaması ve koşulları hakkında, 15.000 ila 40.000 yılları arasında, insanların avcı-toplayıcı bir yaşam tarzına sahip olduğu Buz Devri’ne kadar olan süreci kapsayan tahminlerden oluşan güçlü bilimsel tartışmalar var.
Aynı zamanda kurtların neden ilk evcilleştirilen hayvan olduklarına dair tartışmalar da var.
Antropolojik bir bakış açısından, evcilleştirme sürecinin zamanlaması erken bilişsellik, davranış ve erken Homo sapiens ekolojisini anlamak için önemli.

Phys. 19 Şubat 2020.
Makale: Prassack, K. A., DuBois, J., Lázničková-Galetová, M., Germonpré, M., & Ungar, P. S. (2020). Dental microwear as a behavioral proxy for distinguishing between canids at the Upper Paleolithic (Gravettian) site of Předmostí, Czech Republic. Journal of Archaeological Science, 115, 105092.

24 Şubat 2020 Pazartesi

25.000 Yıllık Mamutun Kaburgasına Saplanmış Mızrak Bulundu



25.000 Yıllık Mamutun Kaburgasına Saplanmış Mızrak Bulundu

Yaklaşık 25.000 yıl önce, şu anki Polonya’da yaşayan buzul çağı avcıları, dev bir mamuta mızrak fırlatarak vurmuştu. Şimdi ise, mamutun kaburgasına gömülmüş olarak bulunan mızrağın keşfi, büyük bir sürpriz ortaya koydu: Avrupa’daki buzul çağı insanlarının dev canlıları avlamak için silah kullandıklarına dair ilk kanıt!
Avcı insanların mamutları nasıl avladığına dair bir görsel. C: Shutterstock
Önceden, araştırmacılar atalarımızın, mamutları tuzaklarla öldürüp öldürmediğini merak ediyordu: örneğin mamutları çukurlara ya da uçurumlara doğru kovalamak bu tuzaklardan olabilirdi. Ya da belki de buzul çağı avcıları, avlaması kolay olan zayıf veya hasta mamutları hedef alıyordu.
Arkeozoolog Piotr Wojtal, “Ama şimdi, nihayet açık bir delilimiz var, bu hayvanların nasıl avlandığının ilk doğrudan kanıtı.” diyor.
Ölümcül silah
Araştırmacılar söz konusu mamut kaburgasını ilk olarak 2002 yılında, Kraków’daki bir mamut noktasında buldular. Yıllar içinde burada, 30.000 ila 25.000 yıl önce yaşamış 110 mamuta ait kalıntılar bulundu.
Wojtal, “On binlerce kemik arasında, kalıntıların ayrıntılı bir incelemesini yaparken hasarlı bir mamut kaburgasına rastladım. İçinde çakmaktaşı bir ok ucu parçasının sıkışmış olduğu ortaya çıktı.” diyor.
Bu durum, 2018 Şubatında, örneğe ayrıntılı bir şekilde bakıldığında anlaşılabildi.
Mamutun kaburga kemiğine saplanmış mızrak ucu parçası. C: P. Wojtal
Bilim insanları bu incelemeler sırasında, bir avcı mızrağını mamuta fırlattığı zaman kırılmış 7 milimetre uzunluğundaki çakmaktaşı parçayı buldular.
Wojtal, “Kemiği delme gücüyle kanıtlandığı üzere bu mızrak, mamuta belli bir mesafeden fırlatılmıştı. Mızrak ucu, nihayet kemiğe ulaşabilmek için 2 santimetre kalınlığında bir deriyi ve 8 santimetre yağ tabakasını delmek zorunda kalmıştı.” diyor.
Bu darbe muhtemelen mamutu öldürmemişti, ancak av birkaç silahlı avcıyı içeriyorsa, muhtemelen “doğrudan yumuşak dokulara ve organlardan birine doğrudan giren” diğer mızraklar dev mamutu öldürmüştü.
Buz devri avcıları?
Omurgalılar ve antropoloji profesörü Adrian Lister, “Son 20 yılda araştırmacılar, Sibirya’daki iki bölgede insan yapımı silahlar içeren mamut kalıntıları buldular, ancak bunun, Avrupa’da bir mamut kemiğine gömülmüş ilk silah olduğuna inanıyorum.” diyor.
“Bu keşif önemli, çünkü mamutların avlandığını makul şüphelerin ötesinde kanıtlıyor. Şimdiye kadar, Avrupa’daki buzul çağı insanlarının mamutları avladığına dair yalnızca ikincil kanıtlar vardı. Örneğin, Polonya’nın Kraków Spadzista Sokağı bölgesinde, eski insanların kavrulmuş mamut dilleriyle ziyafet çektiğine işaret eden yanmış kemikler vardı.”
“Ancak bu tür kanıtlarla hayvanların leş yiyicilik yerine avlandığından kesinlikle emin olamazsınız. Veya, eğer mamutlar avlandıysa da, mızrak veya tuzak gibi onlara karşı hangi silahların kullanıldığı gizemli kalmıştı.”
Lister, yeni bulgunun kuşkusuz bu canlıya karşı bir mızrak kullanıldığını gösterdiğini söylüyor.
Mamut kemiğindeki mızrak ucunun yakından görünümü. C: P. Wojtal
Mamutların neslini ne tüketti?
Mamutlar, Avrupa’da yaklaşık 500.000 yıl öncesinde görülmeye başlanıyor ve yaklaşık 15.000 yıl önce ölmeye başlıyor. Ancak, Alaska’da daha uzun süre hayatta kaldılar ve yaklaşık 4000 yıl öncesine kadar Rusya’nın kuzeydoğusundaki Wrangel Adası’nda yaşıyorlardı.
Değişen iklim koşullarının (buzul çağı sona ermişti) ve avlanmanın karışımı muhtemelen mamutların neslinin tükenmesine neden oldu, ancak araştırmacılar hala hangisinin daha büyük rol oynadığını tartışıyor. Bununla birlikte, bu spesifik örnek, insanların mamutların neslinin tükenmesinde büyük bir rol oynadığının kanıtı olmak zorunda değil.
Lister, “Bu, insanların onları yok olmaya itecek kadar büyük miktarlarda öldürdüklerini kanıtlamaz.” diyor.
Ayrıca, bu mamut, Avrupa’daki mamutlar yok olmadan en az 10.000 yıl önce, yani yaklaşık 25.000 yıl önce ölmüştü.



Science in Poland. Live Science. 18 Ocak 2019.

23 Şubat 2020 Pazar

Osmanlı oklarının menzilleri hesaplandı

Osmanlı oklarının menzilleri hesaplandı



Osmanlı oklarının menzilleri hesaplandı


8 tip ok üzerinde hesaplamalar yapıdı. Bir ok 260 metre, başka bir ok ise 216 metre menzile sahip çıktı. Ok uçlarının bilinçli olarak farklı amaçlar için farklı tiplerde üretildiği alaşılıyor.
Osmanlılar 260 metre menzilli ok kullanmış
Anadolu Üniversitesi (AÜ) Edebiyat Fakültesi ve Fen Fakültesi iş birliğiyle gerçekleştirilen çalışmayla Osman Bey tarafından 1288'de fethedilen Osmanlı Beyliği'nin kurulduğu Karacahisar Kalesi'ndeki okların menzilleri 3 yıllık araştırma sonunda tespit edildi.
Eskişehir'de bulunan Karacahisar Kalesi'nde ilk kez 1999 yılında tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık ve Prof. Dr. Ebru Parman tarafından başlatılan kazı çalışmalarını 2011'den bu yana AÜ Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erol Altınsapan yürütüyor.
Kazı başkanı Altınsapan tarafından 2011-2014 yılındaki 3 yıllık çalışmada farklı formlarda 96 adet ok ucu bulundu. Ok uçlarını şekillerine göre gruplara ayıran Altınsapan, bu savaş aletlerinin neden farklı formlarda kullanıldığını araştırmaya başladı.
Altınsapan, AÜ Fen Fakültesi Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Abidin Kılıç ile gerçekleştirdiği çalışmada ok uçlarının şekillerinin menzillerini etkilediğini ortaya çıkarttı. Çalışma sonunda Osmanlı'nın ilk fethinde kullandığı okların menzillerinin 216 ila 260 metre arasında olduğu belirlendi.
- "Osmanlı ordusunun yaylarından çıkan oklar"
Prof. Dr. Erol Altınsapan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2011-2014 yıllara arasında gerçekleştirdiği Karacahisar Kalesi araştırmaları ve kazıları sonucunda yaklaşık 6 bin metrekare alana yayılmış ok uçları ele geçirdiklerini kaydetti.
Ok uçlarının dağınık şekilde bulunmasının nedenini araştırdıklarını ifade eden Altınsapan, şöyle konuştu:
"1288 yılından itibaren gerçekleşen çatışmanın izleri olduğunu belirledik. Bu taarruzda okların dağınık olması nedeniyle Osmanlı ordusunun yaylarından çıkan oklar olduğunu tespit ettik. Orta Çağ'a ait bu ok uçlarını geçen yıl şekillerine göre gruplara ayırdık. Bunun ardından 8 ayrı tipteki ok uçlarının aynı formlarda olmasının nedenlerini araştırdık. AÜ Fen Fakültesi Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Abidin Kılıç'a söz konusu ok uçlarının şekilleri üzerine çalışma yapma talebini ilettim. Kılıç, ok uçlarının ağırlıkları ve formlarına bakarak yaptığı özel bir formülle çalışmalarını sonuçlandırdı. Hangisinin daha hızlı ve ne kadar mesafeye ulaştığını belirledik. Orta Çağ'ın en önemli silahlarından olan okların, bu form değişikliğin belli nedenlerle yapıldığı sonucunu elde ettik. Disiplinlerarası yaptığımız bir çalışmayla ok uçları üzerine ilki başardık. Bu çalışmayla erken Osmanlı döneminde kullanılan ok uçlarının farklı formlardan olmasının nedenlerinin bazılarını ortaya çıkarttık. Saniyede 50 metre hızla atılan, ucu 5, sapı 30 gram ağırlığı standart veri olarak belirleyerek okların menzil hesabını yaptık."
Altınsapan, çalışmayı Abidin Kılıç ve kazı başkan yardımcısı Ali Gerengi ile yayın haline getireceklerini bildirdi.
- "Farklı amaçlar için farklı tiplerde ok ucu üretilmiş"
Kılıç ise sosyal bilimlerde yapılan bu çalışmanın fizik gibi bir alanla sonuç üretmesinin heyecan verici olduğunun altını çizdi.
Çalışmada ok uçlarının kütlesi ve şekline göre hareketleri sırasında oluşacak sürtünmeyi hesapladıklarını anlatan Kılıç, şunları kaydetti:
"Atış hareketlerinde bazı sabitleri kabul ederek, bunların teorik hesaplamalarını yaptık. Daha sonra fizikteki bazı araçları kullanarak menzillerini hesapladık. Çalışma daha da geliştirilebilir. 8 tip ok üzerinde hesaplamalar yaptık. Bir ok 260 metre, başka bir ok ise 216 metre menzile sahip. Bu da ok uçlarının bilinçli olarak farklı amaçlar için farklı tiplerde üretildiğini gösterdi."
Deniz Açık - AA

21 Şubat 2020 Cuma

Sovyet ve Türk birlikleri birkaç ay içinde binlerce Hazar Kaplanını avladı.

Görüntünün olası içeriği: 3 kişi, açık hava

Görüntünün olası içeriği: 5 kişi, açık hava

Görüntünün olası içeriği: açık hava

Sovyet ve Türk birlikleri birkaç ay içinde binlerce Hazar Kaplanını avladı.

300 Bin Yıllık Geçmişi Olan Modern İnsan, Neden Son 10 Bin Yıla Kadar Tarım Yapmadı?


















300 Bin Yıllık Geçmişi Olan Modern İnsan, Neden Son 10 Bin Yıla Kadar Tarım Yapmadı?

19 Şubat 2020 Çarşamba

Tokat'ın Turhal ilçesinde mezarlıkta bulunan ve 'Fındık' adı verilen yavru köpek, 37 öğrencili Kayacık Köyü Şehit Haluk Yılmaz İlkokulu'nun maskotu oldu.







Görüntünün olası içeriği: 2 kişi

Görüntünün olası içeriği: 3 kişi, oturan insanlar
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve oturan insanlar


Tokat'ın Turhal ilçesinde mezarlıkta bulunan ve 'Fındık' adı verilen yavru köpek, 37 öğrencili Kayacık Köyü Şehit Haluk Yılmaz İlkokulu'nun maskotu oldu.

Keşke dünyayı çocuklar yönetse deniliyor ya
İşte bu paylaşım onun neden söylendiğinin örneği olmalı.
👄👄👄
Okulun bahçesinde yapılan kulübede yaşayan ve forma giydirilen Fındık, zaman zaman derslere de katılıyor.
Çaktırmayın 
Çok güzel görünüyorsunuz, iyi dersler.

18 Şubat 2020 Salı

Neandertallerin Ölülerini Gömdükleri Kesinleşti




Bu neandertal, 50.000 yıl önce kasıtlı olarak gömülmüştü. C: Graeme Barker

Neandertallerin Ölülerini Gömdükleri Kesinleşti


Neandertaller gerçekten ölülerini gömüyordu. Irak’taki arkeologlar yaklaşık 50.000 yıl önce kasten gömülmüş yeni bir Neandertal iskeleti keşfettiler.



Cambridge Üniversitesi’nden Emma Pomeroy, “Oldukça eminiz.” diyor.
Neandertallerin ölülerini gömdüğüne dair ilk kanıtlar, arkeolog Ralph Solecki’nin 1950’lerde ve 1960’larda kuzey Irak’taki Şanidar mağarasını kazmasının ardından ortaya çıktı.
Bu mağarada vücudun kasıtlı olarak bir mezara yerleştirildiğini ve polen kümeleriyle bulunduğu için çiçeklerin üzerine serpildiğini düşündüren ‘Şanidar 4’ de dahil olmak üzere on adet Neandertal kalıntısı bulundu.
Bulgu, Neandertallerin, daha önceki kaba insanlar olduğu düşüncesinin aksine, son derece zeki olarak yeniden değerlendirilmesine yol açan çeşitli kanıtlardan biriydi.

Irak’taki Şanidar Mağarası’nın girişi. C: Graeme Barker

Bununla birlikte, “çiçeklerle gömme” önerisi hala tartışmalı. “Mağarayı kullanan ve oyuklar açan kemirgenler var, bazen yuvalarına çiçek görütüyorlar” diyor Pomeroy. Kazmaya yardım eden işçilerin bazıları da çiçek taşıyordu.
2014 yılında mağaradaki kazılar, bölgedeki IŞİD tehdidi nedeniyle sıkı güvenlik altında yeniden başladı. Amaç, Neandertallerin bulunduğu tabakaları incelemek, olanları açıklığa kavuşturmaktı. Bununla birlikte, ekibin sürprizine göre yeni kalıntılar da bulundu: bir Neandertal’in üst yarısı, kemikler hala anatomik pozisyonlarındaydı.
Pomeroy’un ekibi Neandertal’in kasıtlı olarak gömüldüğüne dair çok sayıda kanıt buldu. Vücudun etrafındaki tortu tabakasının altındaki tabakadan gözle görülür şekilde farklı olduğu gerçeği de bu kanıtlara dahildi. “Kemikleri içeren tabaka çok daha koyuydu.”

Neandertal’in sol elinin kemikleri Şanidar Mağarası’ndaki tortudan ortaya çıkıyor. C: Graeme Barker

Kazarak bozmak
Dahası, vücudun altındaki tortu, kazarak bozulduğunun izlerini taşıyordu.
Pomeroy, “Bir mezarı veya küçük bir deliği kazmak için toprağı veya tortuyu kazdığınızı hayal edin. Bu, dışarıya çıkardığınız toprağın altındaki toprağın bir miktar sıkıştırılmasına neden olur, çünkü aşağı bastırıyorsunuz.” diyor.
Ekip, vücudun hemen altındaki katmanın sıkıştırıldığını, ancak daha derin katmanlarda bunun olmadığını tespit etti. “Bir şeyin kazıldığına ve vücudun içine konulduğuna dair oldukça iyi bir kanıt.”
Kalıntıların yeni bir bireye mi yoksa birçoğu eksik olan önceki bulgulardan birine mi ait olduğu açık değil. Pomeroy, vücudun büyük olasılıkla büyük bir kaya bloğundaki çiçekli mezarı açığa çıkaran ilk ekip tarafından yanlışlıkla yarıdan kesildiğini söylüyor.
Modern insanlar en az 100.000 yıl önce ölülerini gömüyordu. Neandertallerin bu davranışı kendileri mi tasarladıklarını veya insanlardan mı öğrendiklerini bilmiyoruz, ancak Neandertallerin ve insanların Şanidar mezarları zamanında birbirleriyle karşılaştıklarını biliyoruz.

New Scientist. 18 Şubat 2020.
Makale: Pomeroy, E., Bennett, P., Hunt, C. O., Reynolds, T., Farr, L., Frouin, M., … & Barker, G. (2019). New Neanderthal remains associated with the ‘Flower Burial’at Shanidar Cave, Iraqi Kurdistan. Antiquity: A Review of World Archaeology.

HAÇLI YAMYAMLAR VE KATİLLER SÜRÜSÜ


Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi

HAÇLI YAMYAMLAR VE KATİLLER SÜRÜSÜ
".... 27 Kasım 1095 Salı günü, Papa II. Urban, tarihin akışını değiştirecek olayları başlatan ünlü vaazını verdi. (...) II. Urban'ı böyle bir maceraya yönelten pek çok sebep vardı. Bunlardan en önemlilerinden biri Avrupa'da yaşanan kanlı mezhep çatışmaları idi. Bizzat papazların ellerinde satırlarla katıldığı bu katliamlar, değişik mezheplere mensup Hıristiyanları bir araya getirmiş, Papalık için bir tehlike oluşturmuştu. Bir diğer faktör ise doğudan gelen tehlike sinyalleriydi. Müslüman Türkler Anadolu'nun neredeyse tamamını ele geçirmişlerdi. 700'lü yıllarda İspanya'yı Müslümanlara kaptıran Hıristiyan Avrupa, doğunun da kaybedilmesi ile üç traftan makasa alınmıştı. İspanya'nın yerli halkı olan Hıris~|~tiyanlar başlarındaki Müslüman idarecilerden gayet memnundu. İlk defa insanca muamele gördükleri bir hayat standartına kavuşmuşlardı. Bırakın zengin olmayı ve rahatça ibadet yapmayı, devlet bünyesinde yükselme gibi bir lükse de sahiptiler. Bu sebeple dindaşlarının yeniden başlarına geçmelerini asla istemiyorlardı. Doğu da bu şekilde elden çıkarsa Hıristiyanlık gittikçe Avrupa'nın kuzeyine çekilecekti.
Daha pek çok sebepleri de göz önünde bulunduran Papa, adeta bir taşla kuş katliamı yapacak planlar peşindeydi. Hedef olarak Kudüs'ü gösterdi. (...) Sonuçta 100.000 kişilik büyük bir çapulcu kitlesi Kudüs'e doğru harekete geçti. Hemen ardından yola çıkan ikinci partide ise içinde Avrupa'nın ünlü simalarını barındıran 600.000 kişi vardı. Pek çok Haçlı için macera, daha Avrupa'dan ayrılmadan başlamıştı. Önce yerli Yahudiler katledilip malları yağma edildi. Haçlıların bu tutumu Kudüs'e kadar devam edecek ve sadece Müslümanlar değil, Hıristiyanlar bile bu gözü dönmüşlerin gazabına uğrayacaktı.
"Türk cesetleri tuzlanarak pişilirse, lezzetli olur"
Haçlı Seferleri'nin en büyük özelliklerinden biri, tarihin en büyük organize yamyamlığı olmasıdır. Bizzat Hıristiyan din adamları tarafından teşvik edilen insan eti yeme çılgınlığı Haçlı kaynaklarında en ince detayına kadar yazılıdır. Fransa Ensttitüsü üyelerinden Funck Brentano, 1934'te yayınladığı Les Croisades / Haçlılar isimli eserinde din adına ne canavarlıklar işlendiğini açık bir dille yazar. Haçlı kaynaklarından yaptığı alıntıları kitabın 24. sayfasında şöyle anlatılır: "İlk Haçlı Seferi'nde Hıristiyan din adamı Pirre l'Ermite komutasındaki öncü birlikleri İznik civarında ele geçirdikleri çocukları pişirmek üzere parçalıyorlar veya kazığa geçirerek ateşte kızartıyorlardı." Aynı eserin 57. sayfasında ise Fransız Milli Destanı Chanson d'Antioche'dan şu alıntıları yapmaktadır: "Antakya önlerinde açlıktan şikayet eden Haçlılara Hıristiyan din adamı Pierre l'Ermite şu tavsiyede bulunur; 'Açlığınızın sebebi korkaklığınızdır. Türk cesetlerini toplayın. Tuzlayarak pişirilirse daha lezzetli olur.' Yine aynı eserin 76. sayfasında Haçlıların bunu alışkanlık haline getirdikleri yazılıdır: "Halep'in Maarra kasabasında ölmüş Türk askerlerini doğrayıp etlerini kızartarak yemişlerdir." Avrupa tarihine bakıldığında insan eti yemenin oldukça yaygın olduğu görülür. Max Kemmerich, Haçlılardan çok daha önceleri İngilizlerin insan eti yediklerin St. Hieronymus'tan nakletmektedir.

12 Şubat 2020 Çarşamba

OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİNDE ENDERUN MEKTEBİ




OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİNDE ENDERUN MEKTEBİ


Prof.Dr. Ülker AKKUTAY[i]

Enderûn Mektebi Osmanlı Devletl'nln kudretini muhafaza etmek için nitelik­li insan yetiştirmek amacıyla kurulmuş bir eğitim müessesesidir. Odalar ha­linde ve çeşitli kademelerde eğitim ve öğretim verilen, öğrencileri de acemi oğ­lanlar arasından seçilen bu okul Osmanlı eğitim sisteminde elitler eğitimini mey­dana getirmektedir.

Enderun Mektebi'nin kurulduğu güne kadar ona benzer başka bir kuruluş bulunmamaktadır. Selçuklularda veAvrupa'da hanedan mensuplarının özel itina­ya dayalı öğrenim gördükleri mevcut ise de, Enderun Mektebi'nin eğitim sistemi bunlardan tamamen farklıdır.

Enderun Mektebi kumlana kadar OsmanlIlarda ve diğer İslâm Devletlerinde eğitim kitle eğitimi şeklindedir. Cami ve medreselerde ağırlığı Din Bilgisi eğitimi­ne dayalı olacak şekilde bir eğitim yapılmıştır.[1] Enderun Mektebi'nin kuruluşun­dan sonra da kitle eğitimi halka açık olarak faaliyetine devam etmiştir.

Enderun Mektebi'nin kuruluş tarihi hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmek­tedir. Bunlar başlıca iki ana noktada toplanabilir. Birincilere göre, Enderun Mek­tebi 2. Murad,[2] diğerlerine göre ise Fatih Sultan Mehmed[3] tarafından kurulmuş­tur. Arşiv çalışmalarında Muallim Cevdet Yazmalarından "Enderun Tarihi"nde mektebin 2. Murad tarafından kurulduğu açıklık kazanmaktadır.[4]

2. Murad zamanında kurulan Enderun Mektebi gerçek şahsiyetine Fatih Sul­tan Mehmed zamanında kavuşmuştur. Fatih Sultan Mehmed zamanında Ende­run Mektebi yalnız bir devşirme mektebi olma hüviyetinden çıkarak, devletin ko­runması için gerekli mülkî ve İdarî kadro eğitimine de yönelmiştir.

Rycaut'a göre, Devşirme Kanunu ile Hristiyan çocuklarının en çok alındığı yerler Üsküp, İştip, Köstendil, Pirizren, Gorici, Samokov, Prepol, Taşlıca, Yanya, Pirlepe, İskenderiye, Ohri, ipek, Dukakin, Kırçova, Foça, Novesin, Manastır, Mostar, İmoçka, İzvornik, Böğürdelen, Göli, Kesniye, Horpişte, Bihlişte, Niğbolu, Se­lanik, Vize, Azak, Ozi ve Akçakale'dir.[5]

Karaman'dan Erzurum'a kadar olan kısımda oğlan devşirmek yasaktır. Aynı şekilde Kanunî Sultan Süleyman Rus, Acem, Çingene, Türk, Harputlu, Diyarbakır­lı ve Malatyalı oğlanların devşirilmesini yasaklamıştır.[6]

Devşirme eğitimi milliyetlerin değişimini esas alan bir kültürleştirme ve be­lirli prensiplere göre devlet adamı yetiştirme yani disiplinleştirme anlamına gel­mektedir.

Acemi Oğlanlar, Hristiyan ailelerden toplanan ve Yeniçeri Ocağı için yetiştiri­len çocuklara verilen addır. Acemi Oğlanlar Anadolu'da Türk ailelerinin yanına gönderilmiş devşirme çocuklardan veya doğrudan doğruya Acemi Ocağı'na sevk edilen çocuklardan meydana gelmektedir.[7]


Acemi Ocağı'na yeni elemanlar gerektiğinde durum Divan'dan bir hükümle Yeniçeri Ağası'na bildirilmiştir. Bunun üzerine Anadolu ve Rumelideki Acemilerin en eskilerinden gerektiği kadar Acemi Oğlan'ı alınarak İstanbul'a sevkedilmiştir. Bunlar Eşkâl Defteri'ne bakıp incelendikten ve herhangi bir hilenin karışıp karış­madığı anlaşıldıktan sonra Acemi Ocağı'nın ana kütüğüne kaydedilmişlerdir, içle­rinden kuvvetli olanlar ihtiyaca göre "Bostancı Ocağı"na ayrılmışlardır. Acemi Ocağı'na alınacakların kayıtlarıyla "Ağa Kethüdası", Bostancı Ocağına verilecek olanlarınkiyle de "Bostancı Başı" ilgilenmiştir.[8]

Eğitim-öğretim işlerini kapsayan maarif politikasının amacı Devşirme suretiy­le toplanan Hristiyan çocuklarını tamamıyla Türkleştirmek ve Müslümanlaştır­maktır. Bunu sağlayabilmek için hem ana vatanın, hem de Devletin resmî dili olan Osmanlıcayı yani o zaman kullanılan Türkçemizi öğretmek esas alınarak Türkçe derslerinin saatleri çoğaltılmıştır. Türkçe yazı çeşitlerini, güzel yazıyı, millî musiki­mizin usûl ve kaidelerini öğretmek de Türkleştirme siyasetini sağlayan ve millî kültürü kuvvetlendiren tedbirlerdendir.[9]

Fatih'in İstanbul'u fethiyle Osmanlı Devleti çok gelişmiş, teşkilâtı da olduk­ça genişlemişti. "Dil, din, ırk, an'ane bakımından farklı olan ülkeleri Türk Dev­letinin otoritesi altında tutabilmek için Devletin çeşitli görevlerini yerine getire­bilecek bilgili ve kabiliyetli idarecilere ihtiyaç vardır. Ayrıca Saray halkının bütün işlerini idare edebilecek elemanlar da gerekmektedir. Bu büyük ihtiyaç karşısın­da Hazırlık Sarayları kurulmaya başlanmıştır. Bu Saray Mektepleri, Osmanlı Dev­letinin bütün sivil memurlarını, devlet ileri gelenlerini ve askerî görevlilerini, Ye­niçeri Ağasını, Sadr-ı âzamim, Defterdarını, Kubbe Vezirini, Divan Şairlerini, Ta­rihçilerini, Hattatlarını, Beylerbeylerini ve Valilerini yetiştirmiştir. Hazırlık Sarayla­rının önemli bir özelliği de gençlerin daha mektepte iken iş ve memuriyet ha­yatına katılmasıdır. Öğrenciler böylece hem bir takım dersler görmekte, hem kabiliyetlerine göre çeşitli sanatlar öğrenmekte, hem de mektebin genel işleri­ne katılmaktadırlar. Dolayısıyla bilgi, iş ve memuriyet stajı hep bir arada yürü­tülmektedir.[10]

Bu Saray Mektepleri, tarihî silsileye göre, aşağıdaki şekilde sıralanabilirler:

Edirne Sarayı, Galata Sarayı, İbrahim Paşa Sarayı, İskender Çelebi Sarayı.

Bu sarayların her biri, birer mektep niteliğindedir. Hepsinin de amacı, Ende- rûn Mektebi'ne nitelikli öğrenci yetiştirmektir.

Saray düzeni içinde ve devletin dış hizmetlerinde ilerleyip yükselebilmek büyük ölçüde kabiliyetlere dayalıdır. Bu sebeple öğretimin başından sonuna ka­dar ilgiye, kabiliyetlere ve bireysel farklılıklara öncelik tanınmıştır. Hazırlık okul­larındaki öğrenciler hünerleri, dil ve edebiyat, çeşitli el sanatları, hattatlık v.s. gi­bi alanlardan birinde gelişip yetişme imkânı bulmuşlardır. Daha ileri düzeyde eğitim göremeyecekleri anlaşılanlar, bu aşamanın sonunda Yeniçeri Sipahi Ocakları ile ordunun çeşitli hizmetlerine aktarılmışlar veya sarayın ihtiyacını kar­şılamak için kurulmuş çeşitli atölye ve imalâthanelerde çalışma imkânı bulmuş­lardır. Üst öğretim aşamasında da öğrenci, kabiliyetlerine uygun çeşitli öğrenim kademelerinden birinde yetişmiştir. Türkçe okuma yazma, Arapça Kur'an ve Din dersleri bütün öğrencilerin ortak olarak izlemek zorunda olduğu derslerdir. Bu­nun dışında ortak öğrenim alanları beden eğitimi, savaş hünerleri gibi konular­dır. Arapça Dil ve Grameri, Farsça ve Fars Edebiyatı, Fıkıh, Tefsir, Türk Edebiyatı v.s. gibi konular üst öğrenim aşamasında özel kabiliyetlere dayanan konulardır.

Ayrıca öğrencinin Seferli Kiler ve Hazine Odalarına bağlı meslekî öğrenimin hangi dalında derinleşip gelişeceği de geniş ölçüde bireysel yeteneklere bağlı özelliklerdir.[11]



Hazırlık mekteplerinden Enderun Mektebi'ne veya Sipahi Bölüklerine geçe­bilmek için birtakım kurallara mutlaka uyulmuştur. Bunların başında "Çıkma Ka­nunu" gelmektedir. Bu kanunun uygulanması mektepten bir çeşit mezun olma şeklindedir, 2. Bayezid'in çıkardığı ve 1482 tarihinden itibaren geçerli olan bu ka­nun, Kanunî Sultan Süleyman zamanında kesin şeklini almıştır. Bir de Padişah tahta çıkınca çıkmalar olmuştur. Çalışmaları ve kabiliyetleri iyi olanlar yedi, sekiz yılda öğrenimlerini tamamlamışlardır. Yetişememiş olanlar ise on dört yıl kadar öğretimlerine devam etmişlerdir.[12]

Çıkma Kanununun uygulanmasında iki yol vardır.[13]

Birincisi, Hazırlık Sarayından İyi yetişenler, terbiye ve ahlâkları İyi olanlar Sa­raya alınarak daha yüksek öğretim veren Enderun sınıflarına kabul edilmişler­dir. Orada eğitim ve öğretimlerinde büyük başarı gösterenler sarayın çeşitli me­muriyetlerine geçmişlerdir. Sırasıyla terfi ederek en büyük makamlara kadar yükselmişlerdir, içlerinde Beylerbeyi, Serhad Kumandanı, Vali ve Elçi olanlar ol­duğu gibi Vezir olanlar, hatta Seraskerliğe ve Sadrazamlığa kadar yükselenler de vardır.

Diğer bir çıkma şeklinde ise Hazırlık Sarayı Mektebinin derslerine gerektiği kadar çalışmamış ve kabiliyeti az gelişmiş olanlar Saraya alınmamıştır. Sipahi Bö­lüklerine sevk edilen bu gençler asker ocaklarının okumuş, yazmış zümresini meydana getirmişlerdir. Çıkmalar belirli zamanlarda olmuştur. Saraya alınacak ve orduya katılacak öğrenciler için hem Saraydaki Enderun sınıflarında hem de Or­dunun Sipahi Bölüklerinde açık yerler bulunması gerekmektedir. Bu sebeple çık­malar her sene olmamıştır. Boşluklar olmayınca öğrencilerin Hazırlık Sarayların­dan çıkmaları da mümkün değildir. Sarayda aşağıdan yukarıya doğru adaletli bir terfi sistemi uygulanmıştır. Yer değiştirmeler bir silsile ve sıra gözetilerek yapılmış­tır. Kadroları sabit olan Enderun Koğuşlarında boşalan yerlere de Hazırlık Saray­ları Mekteplerinde iyi yetişmiş olanlar kabul edilmiştir.

Geniş ülkelere yayılmış olan Osmanlı Devleti'nin çeşitli Devlet görevleri ve halk hizmetleri için Çıkma Kanunu'nu en iyi uygulayan Kanunî Sultan Süleyman olmuştur. Fakat zamanla diğer sistemlerde olduğu gibi Çıkma Kanunu'nda da yanlış uygulamalar olmuştur.

Enderûn-i Hümâyûn hiyerarşik bir biçimde düzenlenmiş başlıca altı Oda (ve­ya Koğuş)'dan meydana gelmiştir. Tam anlamıyla bir ihtisas okulu niteliğindedir. Bu eğitim kademeleri şunlardır:

Büyük ve Küçük Oda, Doğancı Koğuşu, Seferli Koğuşu, Kiler Koğuşu, Hazi­ne Odası, Has Oda.

Büyük ve Küçük Oda arasındaki fark büyüklük farkı olup birer meslek oku­ludurlar. Büyük ve Küçük odada bulunan iç oğlanları Sarayın en alt kademe­sinde bulunup kabiliyet gösterebilirlerse diğer dört Odada en yüksek yerlere kadar çıkabilmişlerdir.[14] Giydikleri kıyafetlerden dolayı kendilerine "Dolamak" da denilmiştir.

Enderun Mektebi'nin hazırlık sınıfları konumunda olan bu odalarda Türkçe, Arapça ve Farsçayı öğrendikten sonra spor hareketlerinden olan güreş, atlama, koşu, meç, ok çekme, tomak talimleri de yaptırılmıştır. Yaşça on dört ve daha faz­la olanlar yaşları İtibariyle spor öğretiminde daha başarılıdırlar. Bu İki Odadan ter­fi edip bir derece yükselen kıdemli bir iç Oğlanı Seferli Koğuşuna geçirilmiştir. Bunlardan Seferli Koğuşuna geçmlemeyenler, yani kaftanlı olamayanlar İse çık­malarda maaş derecelerine göre Süvari Ocağının Sipahi veya Silahdar bölüklerine çıkarılmışlardır.[15]

Doğancı Koğuşu'na Hâne-I Bâzyân da denilir. Avcı Sultan Mehmed tarafın­dan kaldırıldıktan sonra bunlardan bahsedllmemektedlr. Fakat daha önceden de bir Doğancı Başının emrinde böyle bir Enderun halkı bulunmaktadır.[16]

Bütün Türk boylarında olduğu gibi Osmanlı Türklerl de av teşkilâtına büyük önem vermişler; Şahin, Doğan gibi hayvanların eğitimiyle meşgul olmuşlardır. Doğancı Başının Saraydan çıkma yolu diğer Arz Ağaları gibi Mlrahurluk, Çakırcı Başılık ve Şahinci Şaşılıkla olmuştur.[17]

Seferli Koğuşu derece İtibarıyla Enderun'un Büyük ve Küçük Odalarıyla Do­ğancı Koğuşundan yüksektir. Bu koğuşa savaşçı manasında Seferli denilmiştir. Daha sonraları İse bir sanat mektebi haline getirilmiştir. Musikişinaslar, Hanende­ler, Kemankeşler, Pehlivanlar, Berberler, Hamamcılar, Tellâklar yetiştirilmiştir. Soy­tarılar olarak bilinen Dilsiz ve Cüceler de bu Koğuşta bulunmaktadır. Seferli Ko­ğuşunda âlim, şair, musikide başarılı çok sayıda kimse yetişmiştir.[18]

Kiler koğuşunda bulunan gılmânlar teorik bilginin yanı sıra özellikle çeşitli yi­yecek ve içeceklerin hazırlanmasında ve servisinde eğitilmişlerdir.

Sarayın ekonomik işleriyle hâzinenin korunmasında ise Hazine Koğuşu önemli rol oynamaktadır.

Enderun Mektebi odalarının en yüksek kademesi olan Has Oda aynı zaman­da da eğitim ve öğretimin en yüksek kısmını oluşturmaktadır. Bu Odadaki eğiti­min ana hedefi, elemanları İdarecilik yönünde yetiştirmekle sınırlanmıştır.

Has Oda üzerine aldığı bu eğitimi, teorinin yanı sıra uygulamaya dayalı ola­rak yapmaya çalışmıştır.

Has Odadakiler Enderun Mektebi'nin elit kısmı idiler. Defalarca seçimden geçmişler ve genç olmalarına rağmen sistemde büyük bir yere sahip olmuşlardır.

Öğrenciler kabiliyetlerine uygun olarak bu öğrenim kademelerinden birinde yetişmektedirler. Türkçe, okuma, yazma, Arapça, Kur 'ân ve Din dersleri bütün öğ­rencilerin ortak olarak izlemek zorunda olduğu derslerdir. Bunun dışında ortak öğrenim alanları beden eğitimi, savaş hünerleri gibi konulardır. Arapça Dil ve Gra­meri, Farsça ve Fars Edebiyatı, Fıkıh, Tefsir, Türk Edebiyatı v.s. gibi konular üst öğ­renim aşamasında yer alan konulardır. Ayrıca öğrencinin Seferli, Kiler ve Hazine Odalarına bağlı meslekî öğrenimin hangi dalında derinleşip gelişeceği de geniş ölçüde bireysel kabiliyetlere bağlı özelliklerdir.[19]

Saray eğitim sistemiyle yetiştirilmek İstenilen İdarî memur, mücadeleci devlet adamı ve sadık bir Müslüman tipindedir. Bunlar aynı zamanda İlim adamı ve iyi bir hatip, kibar ve iyi ahlâklı olmak zorundadırlar. Bu amaçla Enderun Mektebi öğrencisi Saraya kabul edildiği günden ayrıldığı güne kadar Müslümanlık ile Türk örf ve adetlerini mükemmel şekilde öğrenme durumundadır.[20]

Saray İşlerinde kullanılacak gençler sırasıyla "Gılâman", "İç Ağası" "İç Oğlanı" ve en sonunda da "Enderun Ağası" ismini almaktadır. Bunlar kıdem ve ehliyetle­rine göre Sarayın büyük görevlerine yükselebilmişlerdir. Enderûn-ı Hümâyûndaki bütün iç ve dış tayinler Padişah tarafından yapılmıştır.[21]

Odaların her biri birinci derecede bir "Oda Başı"na, İkinci derecede de bir "Kethüda"ya bağlıdır. Her Oda bir kütübhane memuru, katip, hazineci, imam ve üç müezzine sahiptir. Okulun hacmine ve rütbe sayısına göre sayısı değişen öğren­ci danışmanı vardır. Ayrıca on İki terfi sınavı vardır. Her Odanın oğlanları on gru­ba bölünmüşlerdir. Her grubun başında bugün Pedagog dediğimiz bir Lala bu­lunmaktadır.[22]

Enderun Mektebi'ndeki eğitme işinde, özellikle Ak Ağaların önemli bir yeri vardır. Sarayda Ak Ağaların da büyük bir siyasî nüfuzu bulunmaktadır.

Enderûn-i Hümâyûnda disiplini sağlayabilmek için bir takım terbiye ve saygı kurallarına uymak gerekmektedir. Ak Ağalar her yaştaki gençlerin disiplinini sağ­lama konusunda çok başarılı olmuşlardır.

Osmanlı Devleti idareciliğin önemini kavramış ve ona gereken değeri vermiş­tir. Gençleri kabiliyetlerine göre sınıflandırmış ve onlara idarede şans tanımıştır. Saray Mekteplerinden yetişenlerin büyük bir kısmı Devletin en büyük makamla­rına kadar yükselmişlerdir. Şairler, edipler, tarihçiler, musikî ve güzel yazı meraklı­ları ve ustaları olan sanatkârların çoğu Saray Mektepleriyle bunların devamı olan Enderûndan yetişmişlerdir.[23]

Kıdemli ve başarılı öğrencilerden yaşça büyük olanlar Lala olarak seçilmiştir. Bunlar arasından olağanüstü başarı gösteren Lalalar öğrenci kümelerine "müza­kereci veya kalfa" olarak atanmıştır. Kümeler genellikle eşit yaşta olanlardan çok, çeşitli yaşlardaki öğrencilerden meydana gelmiştir. Yaşça büyük ve öğrenimde ile­ri durumda olanların küçüklere yardımcı olması istenmiştir.[24]

Enderun Mektebi'ndeki kültürleştirme faaliyetlerinde Fatih Sultan Mehmed'in şahsî dehasının büyük rolü vardır. Fethedilen ülkelerdeki Hristiyanların an­cak bir kültürleştirme ile asimile edilebileceğini sezen Fatih Sultan Mehmed kültürleştirmenin de ancak kendi milletinin dünya görüşünün fethedilen ülkelerde­ki Hristiyan çocuklarına aşılanması ile mümkün olacağını düşünmüştür. Osmanlı Devleti'nde kültürleştirme sisteminde İslâmlaştırma siyâsetinin de önemle üzerin­de durulmuştur.

Fatih Sultan Mehmed, Dâire-i Hümâyunu genişletmiş ve buranın halkının sa­yısını çoğaltmıştır. Bu sırada Sarây-ı Hümâyûn halkı için bu daireyi genel bir mek­tep haline getirmiştir. Enderûn-ı Hümâyûn denilen bu mektebe meşhur ilim adamlarından öğretmenler getirtilmiştir. Birçok ilim ve fennin öğretilmesi için Fâ­tih Sultan Mehmed bütün ilim adamlarını Sarayında toplamıştır.[25] Onun zama­nında bir taraftan ordu ıslah edilmiş, diğer taraftan da askerî, malî, ve sivil idare için çok değerli idareciler yetiştirilmiştir.

Fatih Sultan Melımed ile başlayan Enderun Mektebi'nin gelişmesi 2. Bayezıd, Yavuz Sultan Selim, Kanunî Sultan Süleyman zamanında da devam etmiştir. Bu hükümdarlar tarafından Enderun Mektebi'ne kazandırılan bina ve eserler Sultan 4. Murad, Sultan 3. Alımed ve Sultan 3. Mustafa tarafından bakım ve onarım görmüştür.

2. Bayezid, Sarayda Müezzin Başılık, Tüfekçi Başılık, Üzengi Ağalığı gibi me­muriyetler kurmuş ve bunların her birinin görevlerini de bir talimatnameyle bağ­lamıştır. Yavuz Sultan Selim ise teşrifat merasimini bozmamış, hatta Hırka-i Sa­adet ziyaretini mevcut merasime İlâve etmiştir. Bu tarihlerden İtibaren saray İçin­de hiçbir kimse Bâb-üs-saâde Ağaları ve daha sonra da Dâr-üs-saâde Ağalarının üstün mevkiine geçememişlerdir. Hiç kimse Kilerci Başının sağından veya önün­den yürüyememiştir. Saray halkı belirlenen zamanda yemek yemiş, yatıp kalkmış­tır. Kanunî Sultan Süleyman zamanında da Sarayın korunması, resmî günlerde, alaylarda, çok parlak şekilde yapılmıştır. Enderun denilen İç sarayın hizmeti İçin Bekçi, Bostancı, Haseki, Baltacı, Kapıcı, Saray Ağası, Peyk, Solak, Mehter, Seyis, Şahinci, Çakırcı, Tirendaz olarak Topkapı Sarayı'nda her zaman birkaç bin kişi bu­lunmuştur.[26]

Yetenekler her yerde tespit edilip terfi İmkânı sağlanmıştır. Bu aynı zamanda daha yüksek öğrenim İçin seçilme şansıdır. Sarayda uzun süre kalan iç Oğlanları görevlerini tam olarak yaparlarsa kendilerine toprak verilerek, burada İşletme yapmalarına müsaade edilmiştir.

Menavino'ya göre iç Oğlanlar sisteminin çağdaş bir gözlemi, bu sistemin bi­rinci derecede bir eğitim sistemi olduğunu gösterir. Saray gençlerin duyurulduğu, bakıldığı yer değil, eğitildiği yerdir. Çalışmalar ve öğrenim büyük devlet yönetimi için düzenlenmiştir.[27]

N. M. Penzer'e göre, İç Oğlanı yetiştiren kuruluşlarda bir Ocak ruhu vardır. Bu­rada yetişenler arasındaki bağlılık çok kuvvetlidir. Saray Mektebinin terbiye şekli zor ve uzundur. Bununla beraber öğrencileriyle yalnızca mektepte değil, bütün hayatları boyunca ilgilenmişlerdir. Saray Mektebinden hem sivil hem de askerî ele­manlar yetişmiştir. N. M. Penzer son derece titiz bir program çerçevesinde hare­ket eden bu kuruluşun eğitim tarihinde tek örnek olduğunu belirtmektedir.[28]

İtina ile seçilen ve iyi bir öğretim gören iç Oğlanları, savaş ve binicilik hüner­lerini de büyük ölçüde öğrenmişlerdir. Ok atmak, mızrak kullanmak, kılıç salla­mak, cirit ve tomak oynamak, ata binmek gibi sporlar yaptırılmıştır. Meselâ Ka­nunî Sultan Süleyman kendi zamanında süvarilerinin gelişmesine önem vermiştir, iç Oğlanları alt oldukları koğuşlara göre hizmet ve sanat da öğrenmişlerdir.[29]

Saray işlerinde kullanılacak gençler sırasıyla "Gılâman", "İç Ağası" "İç Oğlanı" ve en sonunda da "Enderun Ağası" İsmini almışlardır. Bunlar kıdem ve ehliyetle­rine göre Sarayın büyük görevlerine yükselmişlerdir.[30] Enderûn-ı Hümâyûndaki bütün iç ve dış tayinler Padişah tarafından yapılmıştır.

Türklere göre mevki sahibi ve başarılı olmak iyi hizmet göstermek ve kabili­yetli olmak, şerefli bir şeydir. Tembel, işe yaramaz ve vasıfsız bir adam toplumun dibinde kalmaya mahkumdur.

Lybyer'e göre, bu durum Türklerin görevlerinde başarılı olmasının, sınırlarını genişletmesinin ve diğerleri üzerinde hâkimiyet kurmasının sebebidir.[31]

Odaların her biri birinci derecede bir "Oda Başı"na ikinci derecede bir "Ket­hüdaya bağlıdır. Odaların hacmine ve rütbe sayısına göre sayısı değişen öğrenci danışmanı vardır. Eler Odanın oğlanları on gruba bölünmüşlerdir. Eler grubun ba­şında bugün pedagog dediğimiz bir lala bulunmaktadır. Öğrencileri gayretli ça­lışmaya yöneltmek için en iyi yol onları üzerinde çalışmak istedikleri alanda konu seçebilme özgürlüğüne sahip kılabilmektir, iç Oğlanlarının eğilimli ve kabiliyetli oldukları alanlar ciddiyetle incelenerek konular üzerinde derinlemesine ve hakkıy­la çalışmaları istenmiştir.[32] Osmanlı Devlet Sistemi, hayatın her alanında belirli kuralları esas alan sıkı bir disiplin üzerine kurulmuştur. Bu disiplin özellikle eğitim ve öğretim kurumlarında tavizsiz olarak uygulanmıştır. Buna bağlı olarak ceza ve mükâfatların sınırları, çok açık bir biçimde tayin edilmiştir. Öğrencilerin yanı sıra yöneticiler ve öğretim üyeleri üzerinde de denetim söz konusudur. Mevkiler art­tıkça cezalar da artmıştır.[33]

İlim ve sanat alanında üstün olan kimselerle öğretimde uyum sağlayamayan­lar ve gördükleri eğitime karşı kötü davranış sergileyenler Saray-ı Hümâyun ada­bına aykırı davranmış olurlar. Bu nedenle de çeşitli konularda yasaklar koyma, tehdit, dayak, azarlama ve gerekli görüldüğü için mektepten uzaklaştırma gibi cezalar söz konusudur. Cezalandırma konusunda aşırılığa gidilmese de kusur ve eksiklikler karşısında da hoşgörü gösterilmemiştir.[34]

Enderun Mektebi'nde ilk mükâfatlar sınıftan sınıfa terfi şeklinde olmuştur. Göze girmeleri hâlinde Has Odaya kadar yükselebilme şansları bulunmaktadır. Bu Odada terfi on iki veya daha fazla kademeli memuriyet şeklinde düzenli olarak yapılmıştır, İç Oğlanlarının tamamı, dikkatli bir şekilde izlenmiş, değerlendirilmiş ve güven verdikleri ölçüde kendilerine sorumluluk verilmiştir.[35]

Has Odadaki başkanların alt kademelerdekileri azarlama hakları vardır. Şayet suç cezalandırmayı gerektirecek kadar ağır bir suç ise bunun uygulanmasına pa­dişah karar vermiştir. En önemsiz bir karşı koymada suçlunun sarığının alınması, daha sonra elbisesinin yakasının yırtılması, bahçe kapısından kovulması gibi utandırıcı seviyeye düşürülecek cezalar söz konusu olmuştur, iyi davranışlar gö­rüldüğünde ise ilk saray ve devlet görevlerine terfi ettirilmesi söz konusudur. Sul­tan Selim zamanının meşhur Kaptan-ı Deryası Hüseyin Paşa, bu Odadan çıkmış bir İç Oğlanıdır.[36]

Okul başarılarının mükâfatlandırılmasına da özel önem verilmiştir. Arapça, Kur'an tilâveti, Hüsn ü Hatt, Musikî gibi konularda gösterilen seçkinlik ve başarı­lar; binicilik, silah kullanma, cirit ve diğer yarışmalarda gösterilen üstünlükler biz­zat hükümdarca hem söz ve hem de nesnel değerlerle ödüllendirilmiştir. Çeşitli değerlerde para ödülleri, elbiseler, silah, binek hayvanı, onura verilen şölenler bunlar arasındadır. Maaş arttırma, daha önemli ve yetkili görevlere getirilme bu mükâfatlar arasındadır.[37]

Onyedinci yüzyılda Kapıkulunun diğer Ocakları ile birlikte Devşirme Sistemi de bozulmuştur. Devşirme Kanunu'nun gereklerine uyma önemini kaybedince sistemde bozulmalar başlamıştır.

Osmanlı Devleti'nde, XVI. ve XVIII. yüzyıllardan önce askerî daha sonra da si­yasî alanda baş gösteren çözülme olgusu, etkisini Enderun Mektebi'nde de gös­termiştir. Çünkü, artık savunma için silahla mücadele yanında diplomatik görüş­meler önem kazanmaya başlamıştır. Bu durum Osmanlı Devleti'nin askerî ve si­yasî mektebi olan Enderun Mektebi üzerinde öğretim programından çok, idare etme tarzı bakımından önemli değişiklikler getirmiştir.[38]

Enderun Mektebi'ndeki ilk esaslı değişiklik 2. Mahmud (1808-1839) zama­nında olmuştur. 2. Mahmud Yeniçeriliğin kaldırılmasıyla başlayan düzenleme ha­reketlerinin yanı sıra Enderûnda da birçok değişiklikler yapmıştır.

Sultan Abdülmecid (1839-1861) dönemi Enderun Mektebi'nin zayıflamaya başladığı dönemdir. 2. Abdülhamid zamanında (1876 -1909) ise Enderun tama­men ihmal edilerek önemini kaybetmiştir. Meşrutiyetle birlikte Enderun'un hiç önemi kalmamıştır.

1 Temmuz 1909 tarihinde bir kararname, bir de talimatname yayınlanarak Enderun Mektebi lağvedilmiştir. Aynı zamanda Has Oda, Hazine Odası ve Seferli Koğuşları adları ve vazifeleriyle birlikte kaldırılmıştır. Buralarda çalışanların, öğret­menlerden Akaid ve Kur'ân-ı Kerim öğrenmeleri için cumadan başka her gün bir veya iki ders almaları, Kur'ân-ı Kerlm'i ezberlemeleri, talimatnameyle ayrıca açık­lanmıştır. Yine Enderûn-i Hümâyûnda çalışanların vazifelerine zarar gelmemek üzere istedikleri mekteplere devamlarına izin verilmiştir.[39]

1923 tarihinden sonra da Topkapı Sarayı müze ve kütüphane haline getiril­miştir.

(Osmanlı Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları, Cilt. 5)

KAYNAKLAR

Akkutay, Ü., Enderûn Mektebi, Ankara 1984.

Anonim, Enderûn Tarihi, İstanbul Belediye Kütüphanesi, K 470, Muallim Cevdet Yazmaları, Rıka!

Baltacı, c. XV-XVI, Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976.

Baykal, i. El., Enderûn Mektebi Tarihi, İstanbul 1953.

Enç, M., Üstün Beyin Gücü, Ankara 1973.

Ergin, O., Türk Maarif Tarihi, c. 1-5, İstanbul 1977.

Elammer, Jv, Des Osmanischen Reichs Staatsverfassung und Staatsverwaltung, c. 1-2, Wien 1815.

Hızır İlyas, Letaifi Vekayii Enderûn, İstanbul 1276.

İsfendiyaroğlu, E, Galata Sarayı Tarihi, İstanbul 1952.

Lybyer,A. E., The Government of the Ottoman Empire in the time of Suleiman The Magnificient, Cambridge 1913.

Miller, B., Beyond the Sublime Porte The Gand Sesaglio of Stambaul, New Ha­ven 1931, s. 61.

Miller, B., The Palace School of Muhammed the Congueror, Cambridge 1941. Pakalın, M. Z., Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. 1-3, İstanbul 1971. Penzer, N. M.., The Harem, London 1965.

Rycaut, P, The History of the Present State Ottoman Empire, London 1936. Uzunçarşılı, İ. H., Osmanlı Devleti Teşkilâtından Kapıkulu Ocakları, c. 1-2, Ankara 1943.

Uzunçarşılı, İ. H., Osmanlı Devleti'nin Saray Teşkilâtı, Ankara 1945.

---------------------------------------------------

Dipnotlar

[1] Baltacı, c. XV-XVI, Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976, s. 16.

[2]  Baykal, I. H., Enderûn Mektebi Tarihi, İstanbul 1953, s. 18.

[3]  Miller, B., The Palace School of Muhammed the Congueror, Cambrldge 1941, s. 4.; Isfendlyaroğ- lu, F, Galata Sarayı Tarihi, İstanbul 1952, s. 57.

[4]  Akkutay, Ü., Enderûn Mektebi Tarihi, Ankara 1984, s. 26.

[5]  Rycaut, P, The History of the Present State Ottoman Empire, London 1986, s. 99.

[6]  Uzunçarşılı, i. H., Osmanlı Devleti Teşkilâtından Kapıkulu Ocakları, c. 1-2, Ankara 1943, s. 20.

[7] Akkutay, Ü., a.g.e., s. 49.

[8]  Uzunçarşılı, I. H., a.g.e., s. 38.

[9]   ¡sfendiyaroğlu, E, a.g.e., s. 91.

[10] ¡sfendiyaroğlu, E, a.g.e., s. 85, 88, 89.

[11] Enç, M., Üstün Beyin Gücü, Ankara 1973, s. 338.

[12] isfendiyaroğlu, E, a.g.e., s. 485, 485.

[13] isfendiyaroğlu, E, a.g.e., S. 154.

[14] Hammer, JV, Des Osmanischen Reichs Staatsverfassımg und Staatsvervvaltımg, c. 1-2, Wien 1815, s. 30.

[15] Uzunçarşılı, L H., Osmanlı Devletinin Saray Teşkilâtı, Ankara 1945, s. 310.

[16] Uzunçarşılı, L H., a.g.e., s. 310.

[17] Baykal, L H., a.g.e., s. 67.

[18] Uzunçarşılı, L H., a.g.e., s. 311.

[19] Enç, M., a.g.e., s. 338.

[20] Miller, EL, a.g.e., s. 94.

[21] Pakalın, M. Z., Osmanh Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. 1-3, İstanbul 1971, s. 534.

[22] Miller, B., Beyond the Sublime Porte The Gand Sesagllo of Stambaul, New Haven 1931, s. 61.

[23] İsfendiyaroğlu, E, a.g.e., s. 237.

[24] Enç, M., a.g.e., s. 333.

[25] Anonim, Enderun Tarihi, İstanbul Belediye Kütüphanesi, K. 470, Muallim Cevdet Yazmaları, Rıka;

[26] Akkutay, U., a.g.e.. s. 27.

[27] Lybyer,A. E., The Government of the Ottoman Empire in the time of Suleiman The Magnificent, Cambridge 1913, s. 75.

[28] Penzer, N. M., The Harem, London 1965, s. 239.

[29] Lybyer, A. E., a.g.e., s. 76.

[30] Pakalın, M. Z., a.g.e., 534.

[31] Lybyer, A. E., a.g.e., s. 73-86.

[32] Miller, B„ a.g.e., 1941, s. 61,99.

[33] Lybyer, A. E., a.g.e., s. 88.

[34] Anonim, a.g.e., s. 25.

[35] Lybyer, A. E., a.g.e., s. 82

Hammer, Jv, a.g,e., s. 15.
[37] Enç, M., a.g.e., s. 331.

[38] Miller, B. a.g.e., s. 105.

[39] Ergin, O., Türk Maarif Tarihi, c. 1-2, s. 24.

--------------------------------------------------------------------

Kaynak:

Akkutay, Ülker. "Osmanlı Eğitim Sisteminde Enderun Mektebi." Üstün Yetenekli Çocuklar Seçilmiş Makaleler Kitabı. İstanbul. Çocuk Vakfı Yayınları (2004).

****************

[i] Prof. Dr., Gazi Üniversitesi
ÜLKER AKKUTAY