24 Ekim 2019 Perşembe

TÜRKLERDE AV RİTÜELLERİ JEAN PAUL ROUX



TÜRKLERDE AV RİTÜELLERİ


JEAN PAUL ROUX
Orta Asya ve Sibirya’nın bugünkü Türk dünyasında sapsız av ritüelleri yürütülmektedir. Hatta bunların izlerine, İslâmiyeti benimsemiş Türk kültürlerinin arasında bile rastlamak olasıdır. Fakat daha önceki dönemlerde yürütülmekte olan av ritüelleri artık fazlaca bilinmemektedir.
İslami metinlerin incelenmesi suretiyle bu ritüellerin büyük bir kısmına, ancak Cengiz Kağan’m hükümranlığı döneminde, Moğol devletlerinde ve Selçuklu hakimiyeti döneminde ilk kez rastlamaktayız. Ritüellerin arkaik özellikleri, onların eski dönemlere ait bir miras olduğunu göstermektedir. Tarih öncesi çağlarda bile Orta Asya’da ava ilgi duyulduğunu ve özel davranış biçimleri sergilediklerini, Moğolistan’daki taştan hayvan heykellerinden, kayalara yapılmış çizimlerden ve mezarlardan anlamaktayız. Ancak bunların yorumu, genellikle sadece tahminlere dayalıdır. Metinlerin kendisi çok az bilgi vermektedir. Irk Bitig’den bir bölüm tuhaf ve karakteristik bir yöntemi göstermektedir:
“İmparatorluk ordusu ava çıkmıştır. Avcıların oluşturduğu dairenin içine bir yaban keçisi girer. Kağan onu kendi eliyle yakalar.”
Yöntem, hayvanın çember içine alınması, gelenek ise, hükümdarın kendisinin çıplak elle hayvanı yakalamasıdır. Her
ikisi hakkında da yakın zamana ait çok sayıda belge mevcuttur. Bu avlanma biçimi neredeyse bir ritüeli andırmakta,
en azından arkasında birtakım özel tasarımlar bulunmaktadır: Çıplak elle hayvanla boy ölçüşmek zorunda olan hükümdarın müdahalesi ve kan dökmeme çabası. Av hayvanını kan akıtmadan öldürme çabası, Kâşgarlı Mahmud’un
tilki ve yaban domuzlarının nasıl taşlandığına ilişkin betimlemesinde veya kayalara yapılmış çizimlerde karşımıza
çıkmaktadır. Bunlardan biri örneğin, kayaya çizilmiş üç geyiğin arasında bir topuzu, bir diğeri ise, elindeki çekiç veya
topuzla bir yaban domuzunu andıran dört ayaklı bir hayvanın başına vuran bir insanı anlatmaktadır. Av türlerinin
çoğu sonraları kanlı olduğundan (ok atmak), olayların bir kısmı bizim bilgimizin dışındadır. Anlaşılabildiği kadarıyla,
avlanmak savaşmakla aynı görülmekte. Avlanmak, bir düşman grubuna karşı bulunulan bir eylemdir; bu paralellik
büyük imparatorluk yazıtlarında geçen savaşların ve küçük mezar kitabelerinde geçen avların betimlenişinde ortaya
çıkmaktadır. Aynı hileye başvurulmaktadır; kısmen kendiliğinden teslim olan av hayvanı, buna rağmen kendini savunur: Kâşgarlı Mahmud tarafından alıntılanan bir atasözü “Avcı ne kadar hile bilse, ayı o kadar yol bilir” demektedir.
Kimi avlar diğerlerinden daha önemlidir, örneğin, aslında hiçbir fevkaladeliği bulunmayan, ancak mezar kitabelerinde
sözü edilen avlar. Begre Yazıtında şöyle denmektedir:
“Yedi kurt öldürdüm; panteri ve alageyiği (kögmek) öldürmedim.”
A. von Gabain bunun bir kahramanlık olması gerektiğine dikkat çekmiştir, zira ölüye ilişkin en önemli biyografik bilgilerin ardından gelmektedir. Biz bunun ancak ilk av, giriş avı olabileceğine inanıyoruz. Öldürülmeyen hayvanların
belirtilmesi, akla bir tabuyu getirebilir. Bir insanın ilk avı, bir avlak sahibinin emri üzerine gerçekleşir. Bu ise, bir hü-
kümdar, bir boyun beyi veya ailenin reisi olan babadır.
Oğuzname’nin Uygur nüshasında prensin tüm yaşamı iki törensel (ve biraz da gizemli) av ile şekillenir: Avların ilki onu bir erkek yapar ve evliliğe hazırlar. Sonuncusu ise gerçek anlamda bir törendir. Kendisi bu sırada, sahip olduğu avlanma hakkım ve aynı zamanda mirası ile hükümdarlık erkini oğullarına devreder. İnsanların hayvan kılığına girebildiklerini, heykeller aracılığıyla biliyoruz. Bu ise, insanların Hayvanlar Alemine girişini mümkün kılmaktadır. Şüphesiz bu, teknik, fakat aynı zamanda dinsel bir araçü. Kurbanın, kendi katilinin kimliği konusunda yanıltılması ise, hayvan donuna girmenin hiç de küçümsenemeyecek bir sonucudur. Sonradan genelde yaygınlaşacak olan ve öldürülen
hayvanın bir parçasının yoldan geçen birine verilmesi şeklindeki geleneğin ne zaman başladığım söyleyemeyiz. Besbelli ki sorumluluğu paylaşmak için olsa gerek.
JEAN PAUL ROUX, ESKİ TÜRK MİTOLOJİSİ, BİLGESU YAYINCILIK, 1.BASKI – 2011, s. 41-43

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder