13 Ekim 2019 Pazar

YENİÇERİ OCAĞINA İLİŞKİN BİR RİSALE-Yeniçeri Mandıracıları Esnafı ve Samsonlar




Risale Metni

 [48b] Cennet-mekân, Firdevs-âşiyân merhûm ve maġfûr Sultân Süleymân Han hazretlerinin Beç56 kralı üzerine altı def‘a sefer idüp, hikmet-i Hudâ altı def‘a bozılup yedinci def‘a mükemmel tekrâr Beç kralı üzerine sa‘âdetile gitdükde yedi krallar dahı bir olup anlar dahı ahd ü yemîn iderler ki Osmanlı’yı ara yirden kaldurmak içün tedbîr iderler. Merhûm Sultân Süleymân sa‘âdetile mahalline varduklarında yedi krallar ile mukābil olup cümle beglerbegiler bozılmak sadedinde iken merhûm Sultân Süleymân görür ki küffârın tedbîri ġayrı gûne ve hücûmı ziyâde bunlar da Sancaġ-ı şerîfi ve İmâm-ı a‘zam hazretlerinün sancaġ-ı şerîfin getürüp, Kul Kethudâsı Selîm Aġa’ya ve Başçavuş Murtazâ Aġa’[ya] ve Yayabaşı Deli Hamza Aġa’ya teslîm idüp, buyurdı kim: “Kullarum bugün bizüm Kerbelâ’muzdur, bugünden sonra bize ve sizlere dirlik harâmdur, İslâm ġayretin elden komak sizlere lâyık degüldür, Peyġamber aleyhi’s-salâtu ve’s-selâmun sancaġ-ı şerîfi ve İmâm-ı a‘zam hazretlerinün sancaġ-ı şerîfinden hicâb eylen, yarın bunlarun sâhiblerinden şefâ‘at istersiz” diyü buyurduklarında, cümle yeniçeri ve ocaġun halkı bu söz57 işitdüklerinde cümlesi hayâtların terk idüp, bin beş yüz yeniçeri serdengeçdi gāzîler ile Yayabaşı Deli Hamza Aġa’ya sancaġ-ı şerîfi emânet vaz‘ idüp, bir uġurdan gāzîler kendülerin küffâr-ı hâksâr üzerine hücûm [49a] itdüklerinde yedi gün yedi gice ceng-i azîm olup, sekizinci gün sabâh namâzından sonra emr-i Hak’la küffâr bozılup her tarafdan cümle begler begiler tâze cân bulup ve her tarafdan İslâm askeri yürüyüp, küffâr askerin bölük bölük itdüklerinde, azîmetlü pâdişâh karârı kalmayup, solakbaşılarun ellerinden bir vechile halâs olup, dört tebdîl ile silâhdâr ve çukadâr ve rikâbdâr ve dülbend aġası ile ceng-i azîm içine girüp, vâfir kâfir katl idüp, dört solakbaşılar ve dört kethudâ ve dört odabaşı cenge girüp, Gāzî Hünkâr’ı bulup, cengden taşra çıkardılar. Taşra çıkdukda bi’z-zât kendüleri kullarına istimâletler virüp: “Kullarum bugün ulu bayramımuzdur, bu bayram bir dahı ele girmez, feth ü nusret bizümdür, sizlere 
 müjde olsun” diyü buyurduklarında silahdâr aġaluġından gelme Rüstem Aġa yeniçeri aġası ve Kul Kethudâsı Selîm Aġa ve Başçavuş Murtazâ Aġa ve Başyayabaşı Deli Hamza Aġa sancaġ-ı şerîfi ve İmâm-ı a‘zam sancaġın Gāzî Hünkâr’ın önine koyup, cevâb iderler ki: “Sa‘âdetlü Hünkârum! Dîn-i mübîn yolına, Hünkârımun uġurına cânımuz fedâdur, hayr du‘âdan kullarını unutma” didüklerinde, Gāzî Hünkâr aġlayup, vâfir hayr du‘âlar idüp, sancaġ-ı şerîfi ve İmâm-ı a‘zam sancaġın bekleyen bin beş yüz serdengeçdi gāzîlerün karârı kalmayup cenge girmişlerdi. Bir kola yeniçeri aġası ve bir kola kul kethudâsı gidüp, hikmet-i Hudâ yeniçeri aġası gitdügi kolda Dubravenedik58 kralı bulınup, yeniçeri aġası râst gelüp, kral olduġın bilmeyüp, başın kesüp huzûra getürüp ve kul kethudâsı ve başçavuş ceng iderken Zirin oġlına ve Peykan oġullarına râst gelüp, azîm cengden sonra ikisin tutup, esîr idüp, huzûr-ı hümâyûna [49b] getürmişlerdür ve cümle yeniçeri gāzîleri yedi gün ve yedi gice aç ve susuz ceng idüp, onar onar ölüp hayâtların terk idüp, kendülerin ol bî-pâyân askere urup, evvel ve evvel giceye bir azîm ceng eylemişlerdür ki59 dünyâ duralı ne olmış ne olacakdur. İrtesi sabâh namâzından sonra küffâr askeri bi’l-külliye bozılup, karârı firâra tebdîl eylemişdür. Ve altı bölük sipâhîlerün aşağı bölük dört bölükleri Gāzî Hünkâr’a bekçi alıkoyup, sipâh u silâhdâr aġalarıyla ve cümle sipâh yürüyüp cenge girdüklerinde anlar dahı küffârun büyük dip alaylarına râst gelüp cümle kâfirlerün topları ve cebehâneleri ve hazînelerin zabt idüp, Sipâhîler Aġası Handân Aġa gelüp, hünkâra müjde eyleyüp ve ba‘dehû bunlar ber-murâd olduklarında aşaġı bölük aġaları hünkârun huzûrına gelüp: “Hünkârum bu ġazâda bu kullarun mahrûm olduk” didüklerinde Rum-ili begler begisi İslâm Paşa ile dört bölük aġası ve sipâhîleri firâr iden küffârun ardına ta‘yîn60 buyurup, anlar dahı acele üzre küffâra irişüp firâr iden küffârun cümlesin kırup, on bin iki yüz kelle ve üç bin dil alup huzûr-ı hümâyûna getürdiler. Ve bu ceng-i kübrâda yigirmi bir cemâ‘atün yoldaşı Deli Mandracı ve otuz iki bölügün yoldaşı Rıdvân Beşe ve otuz beş bölügün [yoldaşı] Deli Ali Alasonyalı ve otuz üç bölükde Deli İvaz ve otuzıncı61 bölükde Veli Baba ve on beş bölügünde Deli Hamza Pirlebeyeli ve on dört bölükde Deli Kurd, bu zikr olınan yedi nefer yoldaşlar hem-civâr yoldaşlar olmaġla birbirlerine kafadar ve hevâdâr olup, ziyâde yüz akluġı [ile] her biri üçer dörder dil ve baş alup, Gāzî Hünkâr’a gelürken hikmet-i Hudâ meger kim orta Macar kralına ve küçük Macar kralına râst gelüp, gāzîler [50a] bunları gördüklerinde hayâtları gidüp, kendülerden nâ-ümîd olup ve kendülerin küffâr askerine urup, küffâr dahı bunlara hücûm idüp, bu gāzîler bir uġurdan tekbîr getürüp, yürüdüklerinde Allâhu azîmü’ş-şân fursatı gāzîlere virüp, küffârı bozup ve iki kralları esîr idüp, Gāzî Hünkâr’a bu kadar dil ve baş ile huzûr-ı şerîflerine getürdüklerinde Gāzî Hünkâr ayaġı üzre kalkup, mübârek yüzin topraġa sürüp, mübârek gözlerinden yaş yerine kan akıdup: “Kullarum ġazânuz mübârek olsun” diyüp, vâfir hayr du‘âdan sonra bu gāzîlere birer fâhir hil‘at ve birer kîse altun ihsân itdükde, mezbûr[lar] kabûl itmeyüp, boyun burup huzûrlarında durdılar. Hünkâr dahı: “Kullarum ihsânumı niçün kabûl itmedinüz” didükde, bunlar dahı cevâb virüp, didiler kim: “Hünkârum! İhsânuna her bâr muhtâclaruz, velâkin sa‘âdetlü hünkârımuzdan bir murâdımuz vardur”, “Nedür kullarum?” didüklerinde, “İstanbul’da odalarımuzda su yokdur, azîm zahmetler çekerüz bir iki masura su içün, hatt-ı hümâyûn ihsân idesiz” didiler. “Kullarum! İnşâa’llâh Âsitâne’ye varduġımuzda cümle kullarumı suya doyurayum62” diyü ahd [ü] yemîn eyledi. Bundan sonra sa‘âdetile Âsitâne’ye bu kadar yüz akluġı ile ve ġanîmet ve mâl-ı firâvân ile herkes karâr-dâde olduklarında, Gāzî Hünkâr, Eski Sarây’da altı bölük aġalarına ve kethudâlarına ve yeniçeri ocaġı halkına ve yeniçeri kullarına azîm ziyâfetler idüp, ziyâfetden sonra altun ile çil akçeyi harman misâl yıġdurdup ve birbirine karışdırup, altun tepsi ile kullarun başlarına nisâr idüp, yeniçeri aġasına ve kul kethudasına ve başçavuşa ve sâ’ir ocak halkına fâhir hil‘atler ihsân idüp ba‘dehû senede yüz elli kîse akçe koyun akçesi ta‘yîn idüp, be-her sene [50b] virilmesi içün hatt-ı hümâyûn ihsân buyurup ve yine üç ayda bir her nefere kırkar akçe yaka akçesi ve barut akçesi ve otuzar akçe kemân akçesi ta‘yîn idüp ve serhadlerde neferâta ve yamak yoldaşlara günde ikişer akçe nafakaların bir kîle kalburlanmış buġday ve iki âdeme bir vakıyye lahm ta‘yîn buyurup, koyundan sonra bin beş yüz umûr-dîde ihtiyârlara yigirmi tokuz akçe ile korucıluk ihsân buyurup63 ve bin beş yüz âdeme tekā‘üd ihsân buyurup ve kānûn buyurdılar kim pâdişâhlar sefere gitdükde nevbetçe beş yüz âdem umûr-dîde ihtiyâr korucı ve beş yüz umûr-dîde oturak sefere ma‘an gidüp64 korucı [ve] oturaklar cenge girmeyüp çadırda bekçi olup bir kal‘a muhâsara olup alınmak mümkin olmaduġı mahalde cengden âzâdeli kullarum ile müşâvere itmek ve anlarun re’y ile ve kal‘anun fethi ne vechile olur diyü bu zikr olınan umûr-dîde ihtiyârlar bir yire gelüp müşâvere eyledüklerinde, bunlarun rây ü tedbîrleri üzre kal‘anun fethi müyesser olurdı65. Ve bu yukaruda zikr olınan ziyâfetlerden sonra sa‘âdetlü hünkâr odalara66 gelüp, odaları ta‘mîr itdürüp ve cümle odalarun kârizlerin muhkem kârgîr yapdurup ve meremmât lâzım geldükde şehr emîni üzerine buyurup, meremmâtına harc olınan akçeyi mîrîden virilmek üzre hatt-ı hümâyûn ihsân buyurup, odalarun yedi kapusında birer bekçi ta‘yîn ve birer vakıyye lahm ihsân buyurup ve buyurdı ki: “Kapucı, odalarun içine kullarumdan ġayrı ecnebî kimesneyi komayasın ve avratdan ve tâze oġlandan bir kimesnenün [51a] girdügine rızâ-yı hümâyûnum yokdur, meger kim kul oġlı ola ve ġayrı şehirlinün girdügine aslâ rızâm yokdur” diyü muhkem tenbîhden sonra kapularına çatal zencîrler yapdurup, lâzım geldükde açup yine kapayalar. Bir gün sa‘âdetile meydâna tüfeng atdurmaġa gelürken odalar içinden geçerken bir köpege râst gelüp, at başın çeker kul kethudâsın huzûrına getürür buyurur kim: “Seni odalarun üzerine nâzır ta‘yîn eyledüm, harem-i hâssumda niçün köpek korsız” diyü azâr idüp, kapucıyı katl itmek murâd ider. Kul kethudâsı şefâ‘at idüp, cânın halâs ider. Mezbûr kapucıyı timarlu idüp, eline bir berât virüp, ocakdan ihrâc ider. Ve bâlâda mastûr olan yoldaşları huzûrına da‘vet buyurup: “Kullarum benümle bir büyük ġazâda bulundınuz, el-hamdüli’llâhi te‘âlâ yuvamuza geldük, berhudâr olun, yüzinüz ak olsun, odalarınuz ta‘mîr ve suyınuz vâfir hâtırınuz hoş oldı mı?” diyü buyurduklarında, mezbûr gāzîler cevâb virdiler kim: “Hünkârum! Hak te‘âlâ ömrinüz efzûn eyleye, hâtırımuz hoş, fe’emmâ kim bu sudan bu kullarun fâ’idelenmediler, bu binâ buyurdıġunuz havza ancak kifâyet ider, bu kullarun murâdları odamızun öninde olmak üzre hatt-ı hümâyûn ihsân buyurmışdınuz, pâdişâhlar va‘deye hilâf67 eylemezler, pâdişâhlarun va‘desi va‘de gerekdür.” didüklerinde Gāzî Hünkâr gülüp: “Kanı sizlere virdigüm hatt-ı hümâyûn getürün” diyü buyurduklarında yigirmi cemâ‘atün yoldaşı Deli Mandracı hatt-ı hümâyûnı Gāzî Hünkâr’un önine koyup, Gāzî tekrâr gülüp, iki masura su dahı ilhâk idüp [51b] ve birer çeşme dahı ol gāzîlerün hâtırları içün odalarun öninde yapdırup ve tenbîh buyurdılar kim “musluklarınuz doldukdan sonra gine havza aksun” diyü ve gine yigirmincinün bir yoldaşın mezbûr havza bekçi ta‘yîn buyurup, günde birer vakıyye lahm ve seferden mu‘âf idüp, bu minvâl üzre ahdnâme yazılmışdı ki: “Eger binâ eyledügüm havzları ibtâl ve suyın eksük iderler ise Allâhu azîmü’ş-şânun ve yüz yigirmi dört bin peygāmberlerün ve cemî‘-i melâ’ikenün ve ins ü cinnün la‘neti anlarun üzerine olsun” diyü la‘netnâme yazdurup, mezbûr yigirminci cemâ‘atün yoldaşı Deli Mandracı ol yedi nefer gāzîlerün ellerine virilmişdür. Ve odalar ta‘mîr olup ve su yolları ve kâzîrler ve havzlar tamâm oldukda odalarun üzerlerine kul kethudâsın ta‘yîn buyurmışlardur. Bundan sonra Gāzî Hünkâr yeniçeri meydânına gelüp, ta‘lîmhâneyi yapdu[rıv]irüp üzerlerine ta‘lîmhâneci başını nâzır ta‘yîn buyurup, tüfeng atan yoldaşlara ve ok atan kemânkeşlere ta‘lîm itmek içün ve sefere gitmekden ve serhadde[n] mu‘âf buyurup, bütün gün meydânda tüfeng ve ok atan yoldaşlara nezâret itmek içün meger kim pâdişâh sefere gitdükde ta‘lîmhâneci pâdişâhlar ile gitmege me’mûrdur. Ve tüfeng atılacak mahalle
yonma taşdan kârgîr dîvâr ve ortasında soma mermerden nişângâh yapdırup ve metris içün somâkî mîller dikdirüp68 ve mîllerün ardında yonma taşdan bir büyük sofa yapdırup ve yanında bir çeşme yapdırup kendüleri oturup kulları tüfeng atdukların seyr itmegiçün, [52a] be-her sene meydâna gelüp, tüfeng atdukların seyr iderdi. Nişân uranlarun kimisine dülbend ve kimine kemân ve kimine birer çıġın akçe ihsân iderdi. 

Gāzî Hünkâr meydâna gelüp, tüfeng atmak lâzım geldükde evvel samsoncıbaşı ayuyı samsonlara pârelendir[ür]di ba‘dehû pehlivânlar gelüp güreş tutarlardı ba‘dehû gürz salarlardı.

 Ve her odada birer ikişer pehlivân bulınmak kānûndur. 

Ve ba‘dehû solaklar ve sâ’ir kemânkeşler gelüp hünerler gösterürlerdi ba‘dehû ocak aġaları kul, kethudâsı ve başçavuş ve cümle zâbitân tertîb üzre başlarında destârlarıyla tururlardı. Evvel yeniçeri aġası yir öpüp tüfengçileri dizili tüfenge hâzır idüp atardı andan sekbânbaşı andan kul kethudâsı andan zaġarcıbaşı andan saksoncıbaşı andan turnacıbaşı andan dört hâseki aġaları andan başçavuş atardı ve ba‘dehû başçavuş birinci devecilerden başlayup bölük bölük çaġırup çorbacılarun başlarında Yûsufî neferâtıyla Gāzî Hünkâr’un öninde nişâna karşu koşum atarlardı. Nişân uran yoldaşlara Gāzî Hünkâr ihsân itdükden sonra cemâ‘atler ve bölükler tamâm oldukda segirdüm olan odalarun aşcıları gelüp segirdüp et kaparlardı. Ziyâde segirden aşcıya solakluk mahlûl oldukda ana ihsân olınurdı. Olur olmaz âdeme solakluk virilmezdi. Ekser umûr-dîde odabaşılara virilürdi. Uzun boylu ve kıyâfetlü âdemlere virilürdi. Bodur âdeme solakluk virilmezdi ve genç dahı olursa virilmezdi. Odabaşılarun yolı solaklukdur meger kim gāyetle amelmânde ihtiyâr ola da etmek vireler idi. Bir odanun çorbacısı mahlûl oldukda solak olan odabaşılarun [52b] virilürdi. Yeniçeri aġası hünkâra telhîs itmedükçe solakluk virilmezdi. Ve bir çorbacı aġa seferde şehîd oldukda solaklara virilürdi, ecnebîye virilmezdi ve nefere çorbacıluk virilmemek kānûndur ve Gāzî Hünkâr la‘netnâme yazmışdur ve herkes solakbaşı olmazdı. Solakbaşıluk bir umûr-dîde âdeme virilür ve bir ulu mertebedür gāyetle iş ve söz bilür ve umûr-dîde ve her ahvâle vukūf ve pâdişâhlarun sözin anlar âdemler solakbaşı olurdı. Ve cenglerde ve seferlerde pâdişâhları ceng ahvâline vâkıf idenler solakbaşılardur ve ceng mahallinde pâdişâhlarun bindügi ata bir bend uran solakbaşılardur. Ceng mahallinde dört solak başı ve dört kethudâ ve dört odabaşı hünkârun eteklerine muhkem yapışup ve dört yüz solaklar hünkârun dört etrâfın kuşadup tururlar. Silahdârı ve çukadâr ve rikâbdâr ve dülbend aġasın pâdişâhun yanında komazlar. Solaklarun ardında iç halkı top olup ceng âletleri ellerinde tururlar, hâzır u âmâde ve ceng mahallinde sa‘âdetlü pâdişâhı ve vezîr-i a‘zamı yeniçeriler ortasına alup tururlar, bir ġayrı kula vezîr-i a‘zamı ve sa‘âdetlü hünkârı inanmazlar. Yeniçerilerün orta yirinde karâr iderler. Mâdâm ki ceng ber-taraf olmaya pâdişâhı ve vezîr-i a‘zamı yeniçeriler çadırlarına salıvirmezler. Yeniçeriler dört etrâfın kuşadup dururlar, muhâfaza iderler. Kānûn budur ki alâ tarîkı’l-icmâl beyân olundı. Geldük yine yeniçeri meydânına. Bir gün Gāzî Hünkâr gelüp kullarına tüfeng atdurmak sadedinde iken yigirmi birinci aġa bölüginün aşcısı Gedük Ahmed dimekle ma‘rûf kimesne ziyâde [53a] bahâdır âdem olup niçe def‘a Gāzî Hünkâr’un huzûrında dil ü baş getürüp, yararluġı sâbit olmış idi. Ol aşcı Gāzî Hünkâr’a arz-ı hâl virüp, mefhûmında: “Hünkârum yeniçeri kullarını üçer akçe mîrî virmek üzre Kırçan koyunından bi’z-zât matbah-ı âmire[ye] giden bu kadar etler ihsân buyurdunuz. Hak te‘âlâ Hünkâr’ımun eksüklüyin göstermesün velâkin ihsân buyurduġun etleri aşcı kullarun varup kassâb dükkânlarun beklerüz, azîm zahmetler çekilür. Gāzî Hünkâr’um cümle aşcı kullarına merhamet buyurup, ocaġa ta‘yîn buyurılan etlerimüzi bu ihyâ buyurılan meydânun bir köşesine kassâb dükkânları idüp, zâbitlerimüz ma‘rifetiyle tevzî‘ ü taksîm olınmak bâbında hatt-ı hümâyûn ihsân olına” diyü. Bu arz-ı hâl Gāzî Hünkâr kırâ’at buyurduklarında kahkaha ile gülüp, “Aşcı aşcı, ceddüm rûhıçün bu gice bu ahvâl benüm hâtırıma geldi. El-hamdüli’llâhi te‘âlâ kullarımun tedbîri gönül birlügine delî[l]dür” diyü ol sâ‘at sekiz tomruġı İstanbul içinde olan dükkânlardan ayırup, meydâna vaz‘ idüp ve ba‘dehû aşçılara namâz kılmak içün bir mescid binâ idüp ve bir masura su ve bir musluk binâ idüp ve ayak yolı ve kullarımun ta‘âmâtı bir yirde gerekdür diyü meydânda bir mahzen binâ itdürüp bal ve yaġ ve pirinc ve mum virilmek içün ve buyurdılar kim, “Bu kassâblar şimdengirü yeniçeri kullarımun hidmetkârı oldı" diyü her tomruġa ikişer zimmî usta ve dörder hidmetkâr ta‘yîn idüp, bu zimmîlerün cümlesin harâcdan ve sâ’ir tekâlîf-i şâkkadan mu‘âf u müsellem buyurmışlardur. Ve mübârek eline kalem alup [53b] bir hatt-ı hümâyûn yazmışdur ki; “Benüm kullarımun tomruklarında eger Karaman koyunı ve eger keçi ve eger arık ve müryâ (?) ve eger bayat etler getürüp bu sekiz tomrukda virilür ise Allah’un la‘neti ve ins ü cinnün ve cemî‘ yaradılmışun la‘neti anun üzerine olsun” diyü ve başçavuş üzerlerine nâzır ta‘yîn buyurup ve başdeveciyi zimmî kassâblarun üzerine hâkim nasb ve tenbîh buyurdı kim, “Meydân kassâbları eger kullaruma ayrık eger Karaman ve keçi ve dişi etlerin getürürler ise saksonlara pâreleyüp, tekrâr ziyâde eyüsinden getüreler” diyü hatt-ı hümâyûn ihsân idüp, başçavuşun eline virmişdür69. Bir iki seneden sonra Gedük Ahmed didükleri aşçıyı dîvân-ı hümâyûna meşîn ile çaġırup meşîn üzerine kaftân giydirüp, ihtisâb aġaluġın ihsân [idüp] emr iderler kim, “Bu şehrde et beş akçeye çıkdı ve sâ’ir zahâ’ir dahı bahâya çıkdı, aslı üzre ahvâlin bil emrine muhâlefet idenlerün haklarından gel, rikâb-ı hümâyûnuma arza ihtiyâc yokdur, göreyüm seni!” diyü tenbîh buyurup, mezbûr aşçı taşra çıkdukda kol idüp evvel gün yigirmi âdemi salb idüp ertesi güni kol itdükde on beş âdem salb idüp, irtesi gün kol [itdükde] sekiz âdem salb idüp, dördinci güni kol itdükde kassâb başıyı ve kassâblar kethudâsın ve etmekcibaşıyı ve etmekcilerün ba‘zısın salb ider, beşinci güni kol itdükde görürkim et ve etmek taġlar gibi yıġılmış, alur satar yok bir vakıyye ikiyüz dirhem etmek bir akçeye ve on iki kutı kızıl mum bir akçeye ve bir vakıyye lahm üç akçeye ve bir vakıyye revġan-ı sâde vü sâfî [54a] on bir akçe ve sâ’ir eşyâ buna göre, beş sene ihtisâb aġası olup, ziyâde zâbit olduġı ecilden Gāzî Hünkâr sonra ikinci vezîr eyleyüp, kubbe-nişîn oldukda iki seneden sonra vezîri a‘zam merhûm oldukda vezîr-i a‘zam olup haftada bir gün büyük kol idüp, yeniçeri aġası ve İstanbul Kādısı ve ihtisâb aġası gelüp Unkapanı’nda karâr idüp, bir kile buġday alup un itdürüp ve yoġurup etmek tabh itdükde nümûne didükleri budur. Ba‘dehû ana göre narh iderlerdi ve’s-selâm.








Yeniçeri Mandıracıları Esnafı ve Samsonlar

Istıranca Dağları’nda avcılar odasından bir oda nefer odabaşıları ile neferâtlarıyla o mandırada mirî camusları, koyunları bekler avcılardır ki
1.000 adet şehbâz yeniçeriler olduğu yukarıda İstanbul mesireleri anlatılırken yazılmıştır.

Bu esnaf bütün yeşil mandıracı şep-külâhları giyip nice yüz çift Selim Han’ın Mısır’dan getirdiği alaca sığırların neslinden türlü sığırları nice camus kadar çardaklı çatal gibi boynuzlu sığırları ken (520) dilerine ram edip onları da ipekli ve atlas çullar ile bütün sığırların boynuzlarını altın varaklar ile süsleyip her öküzü, sığırları gümüş zincir, altın yaldızlı zincirler ile çekerek geçerler.
Nice yüz arslan gibi mel’un samson köpekleri çatal zincirler ile ikişer adam sürükleyerek çekip her biri Kastamonu’nun cılâv katırı kadar var eğitimli köpeklerdir. Her biri atlas çullar ile süslüdür.
Bu beylik mandıracılar ve avcılar öyle tepeden tırnağa silahlı olurlar ki sanki bu topluluk ayaklı cephanedir.
Her birinde çeşit çeşit pençe harbe, çatal harbe, gelberi harbe, sığın harbe, çengel harbe, şiş harbe, kılıç, mızrak, hışt, ok ve yay, amansız zemberek, teber, sapan, navorta, balta, meçek, sopa, şiş, topuz, salma, tabancalı, çarhlı tüfekler, bellerinde kırkar yüzer dirhem tüfek ellerinde atarak geçtiklerinde sanki bu asker semender kuşu gibi Nemrud ateşi içinde kalıp feryat ve figanları göklere çıkarak “Allah’ı seven Hû” diyerek figan ve feryatları İstanbul içini velveleye verirler
Yukarıda yazılan salhaneciler, kanaracılar, mandıracılar, çiftlikçiler, eğrekçiler, sayacılar, ağılcılar, tokatçılar, sürücüler, hepsi çobanlar gibi elbiseler giyip kimisi koyun, kimi keçi, kimi sığır, kimi beşer altışar boynuzlu at kadar Mısır’ın Çerce koyunları, camus sığırları, inekleri, boğaları, danaları çatal yularlar ile sürükleyerek ikişer dörder âdem çekerek geçerler. Bahadır çoban Esnafının hepsi çeşit çeşit silahlar taşıyarak, ellerinde dalyan tüfekler atarak, çobanlar borularını çalarak, türküler haykırarak Davudî sapanları şırak şırak atarak, ırak makamı haykırarak geçerler.
Bazılarının ellerinde kavallarını çalarak, gülerek, oynayarak, ellerinde acayip ve garip harbeler, şeştoperler, salma ve salıklar, ucu demirli toyakalar ile nice bini geçer.

Nicelerinin ikişer üçer zincirli eşek kadar samsonları var ki her biri Cezayir canavarına benzer, kiminin adı palo, kiminin adı Maçko, Alabaş, Salbaş, Toraman, Karaman, Komran, Sarhan, Avn, Zerke, Canyırtan, Vardıha, Geldiha, Karabaş, Alapars, Borabaş adlı hesapsız türlü türlü heybetli köpekleri ipekli ve değerli çullar ile bu azgın köpekler geçip her birinin boğazında gümüş tokalı halta-lar, gümüş çıngıraklar,boğazlarında birer karış demir harbeler kirpi gibi dizilmiştir. Bazı samsonları demir zırh giydirip geçer.

Bu samsonlar koyuna giren kurda değil ejderhaya hamle edip yanar ateşe girer. Çobanlar arasında soy gözetip bir kancık köpeğini bir samsona çekmek için elli koyun baş verir. Bir samson için 500 koyun verip asil Ashâb-ı Kehf köpeği var ki gökte kartala, yerde yılana, denizde timsaha baş vurup, dalıp alıp salar. Böyle kıymetli eğitimli köpekler vardır. Hatta Ankara’da tiftik keçisi köpekleri var ki beşer altışar yüz kuruşa alındığını biliriz. Bu köpekler (521) çobanların kardeşleridir ki bir yalaktan darı malağı yiyip asla tiksinmezler. Ancak ne istese o köpek o ân iş bitirir, isterse silahlı cesur ve yiğit olsun adamı atından indirir.
Bu çobanların nice beyinin ellerinde çatal zincir yularlı beşer altışar onar boynuzlu acayip çeşitli kınalı kösem koçlar, sevimli koyunları ipekli ve atlas çullara sarıp bellerinde mücevher kuşaklar, mücevher hançerler [169a] ve boynuzlarında altın varaklar, iki boynuz arasını inci ve cevahirli püsküller ile süsleyip her koyunun boynunda altın kabara ve gümüş kabaralar ile altın halkalar, gümüş halkalar ile bu koçları sürükleyerek çoban dilberleri çekerek geçerler



153 Samson: Eskiden savaşta ve avda kullanılmak üzere yetiştirilen çok iri köpek, sekson. Kubbealtı Lugatı, III, s.2664.;

Yeniçeri ocağı geleneklerine göre padişahın sekson denilen av köpeklerinin bakımı ve eğitimiyle görevli kişilere de seksoncubaşı (samsoncubaşı)denirdi.

Köpekleri Tophane'deki bir yaylakta eğitirler, zaman zaman padişah huzurunda av talimi yaptırırlardı.

Bunların başına seksoncubaşı denirdi. Yeniçeri ocağının yüksek rütbeli subaylarından sayılır, turnacıbaşından önce, zağarcıbaşından sonra gelirdi.
Seksoncubaşı dış göreve çıkarsa yıllık 50. 000 akçeden az olmayan zeamet alırlardı.


Yükselenleri zağarcıbaşı olurlardı. Bkz. Uzunçarşılı, Kapıkılu Ocakları, I, s.202.; Pakalın, a.g.e., III., s.150-151.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder